31 Aralık 2009 Perşembe

yılın başı dedikleri

ben anlamam bu, yılın başı etkinliklerinden;
amma, sevdiğim insanlarla aynı ortamda nefes alacak olmam, bu etkinlikleri eşsiz kılıyor.
ne yapıyoruz efendim,
tabi ki, güzel evimizde annenin kucağında, babanın koltuklarının arasında yüzümüzü güldürüyoruz.
kardeşimin yokluğu, abimin hasreti buruk bir tat bıraksa da ruhumuzda, yine de huzurlu bir ailemiz mevcut.
bunun devamı niteliğinde, tüm ömrümüzün sağlıkla, huzurla geçmesini temenni ediyoruz...

ve;
kalenin karası olan kırmızı mı kırmızı şarabımızı yudumluyoruz,
pikabımızdan, johnny cash amcamızın sesi bizimle buluşuyor...
tikler taklar geçip gidiyor...

ne diyelim efenim,
güzel bir gün ve biz yaşıyoruz...
yaşamaya devam ediyoruz...
edeceğimiz gibi...

tüm sevdiğim insanlar ve bununla paralel tüm değer verdiğim insanlar...
şimdi söyleyeceklerim sizedir;
hepinize sonsuz sevgim mevcut. sonsuz saygım. sonsuz içtenliğim...
iyi ki varsınız!

ve bu sanal yaprakta yazdığım iç dökme muhabbetlerini okuyan, tanımadığım SEN!
tek bildiğim, illâ ki yüz yüze gelmek mi gerek yahu.
aynı dili konuşmak dedikleri muhabbet gerçekleşmişse aramızda ve sen arada sırada da olsa, uğruyorsan benim fakirhaneye, bu da sanadır.
sana da değer veriyorum.
ve tüm iyi dileklerim sana da geliyor.
yolun açık olsun...

gidiyorum efenim,
şarap beni bekler...
johnny amcam da sesleniyor "haydi!" diye...
(:

27 Aralık 2009 Pazar

küçük bir parça (:

istekler, beklentiler; akabinde benliğimize tokat gibi çarpan gerçekler...

ben anlamam bu sanal alemin döngüsünden, kendimce karalıyorum işte. ama değerli arkadaşımız "aydedeye havlayan" 2010 beklentilerinden söz eylemiş. bize de yol vermiş. yola çıkalım bakalım, ancak zaman bulduk!

2010 için değil şimdi yazacaklarım; genel anlamda açlığımla ilgili.

Yann Tiersen'i istiyorum. artık şu ülkenin topraklarına bassın ayaklarını, kemanının tellerinde kaybolmak, piyanosunun tınılarında boğulmak istiyorum. yeter artık, rüyalarıma sığındığım hayatım yetmez oldu. evet, Yann'ı istiyorum...

Yıldız Kenter. yeni oyunu "Kraliçe Lear"i, Antalya'da sahneleme imkanı olsun istiyorum. gidemiyorum İstanbul'a ne yapayım ):
evet, Yıldız Kenter'i istiyorum.

ve ve ve;
Iron Maiden. ha gayret, sabırla bekleyen derviş öykücük muradına erecek. biliyorum. gelecek, Maiden da gelecek; coşacağım, bağıracağım, dökeceğim içimi, içeceğim, kaybolacağım...
evet, Iron Maiden'ı istiyorum...

gördüğünüz gibi çok da bir şey istemiyorum canım (:

başka da söyleyecek sözüm yoktur!
yaşıyorum,
hazırım şu "yeni" denilen yılın getireceklerine, götüreceklerine...
hazırım!
duruyorum karşısında,
güçlüyüm,
huzurluyum...

akacak su, yolunu bulacak; bulacağım yolumu!

16 Aralık 2009 Çarşamba

dökülen iç


bir ışık var gördüğüm, uzaktan bana yansıyan. ıssızlığın ortasında bir ışık sadece...
içinde kim bilir kaç nefes alıyor? ama 1 nefes olduğu muhakkak!
inadına tutunmuş, bu dünyanın köksüzlüğüne inat.
kök salmaya çalışıyor kara toprağa. oysa ben!
ben bilmiyorum adımlamaya gücüm var mı? yol almaya gücüm var mı?

yorgun görünüyor beden; bitmiş, tükenmiş...

gözlerim yorgun, kulaklarım yorgun...
hep böyle miydim oysa?


çocukluğunda hiç uçurtma uçurmayan ben, geçmişe hasretimde kaybolup gidiyorum...

gücüm yok mu bunu değiştirmeye? olmalı!

olduğunu sanmak, ama olmamak! ah ne yaman çelişki!


küçücük bir kız çocuğuydum oysa; uçurtmasının ipiyle havalanan, boşlukta sallanan, sonsuzluğa yolculuk yapan; ama hiçbir zaman uçurtması olmayan......


içimde adlandıramadığım bir hüzün bir de sevinç var!
belki de başka hüzünlerle yoğrulmuş benim sevincimle belli bir kıvama gelmiş duygu bu!

hep böyle mi olur? çelişkiler hep mi huzur verir?


Nigun'u dinlerken hissettiklerimin bir açıklaması yok!
olmasına da gerek yok.
ama öyle istiyorum ki açıklayabilmeyi, bunu insanlara anlatabilmeyi...
nedir bu tınılardaki beni alıp götüren ama bir daha da geri getiremeyen belirsizlik?


denize dalmak gibi, bir balığı takip etmek gibi heyecanlı;

boğulma tehlikesi geçirmek gibi korkulu;

pamuk şeker yemek gibi huzurlu;

güneşin batışını seyreylemek kadar hüzünlü;

uçurtma uçurabilmeyi düşlemek gibi umutlu...


bir şey var bende gizli ve ifade edemediğim. bir şey var Nigun'da!


ve hiç kaybolmasın istiyorum, hep benimle kalsın.
herkes gitti benden, o benimle kalsın...


köksüzlüğüme inat o benimle kalsın.

belki de kök salmayı istemekle istememek arasındaki gel-gitlerim sebep oluyor bu düşüncelerime.
ama, ama...



...................
photo: mavi kuş

15 Aralık 2009 Salı

tık tık tık...kim be o (:

bozulan muslukla uğraş, canın sıkılsın,
üstüne kocaman ama kocaman bir böcek gör, kalbin sıkışsın,
o senden kaçmak için uğraşırken, sen bir delik bul ve saklan..
hey yarabbi, alemsin öykü alemsin..

neyse, güzel bir gün, hiçbir şey dağıtamaz bu tatlı ruhumu (:

ellerimin arasından alınan yüce iznimi, yarın için doğa koşulları sayesinde kapmış bulunmaktayım...
aman canım doğa koşullarım, öyle canımızı sıkmaya gelme, rüzgarının gücünü göster, dağıtma ortalığı sonra da git!

çisil çisil yağan yağmurun kapı tıklatmalarıyla huzurlu bir geceye 'merhaba' demişizdir canım günlük.

ansızın yalnız kapımın çalınması,
ardından "açsana kızım kapıyı, oradasın biliyorum!" diyen sesin kulaklarımla buluşması,
sonra bir çığlık atılması ve siteyi ağaya kaldırmalarım..
hahahayttt...

canım abim, sevdiğim abim, gözümün bebeği abim;
1 günlük bile olsa, geldin açtırdın gönlümde papatyalarımı nergislerimi...
huzur buldu yuvam!

ilk defa kullanıyorum bunu, Hoşgeldin (:

şimdi efenim izninizle, hasret giderme operasyonlarına girişmeliyiz..mis gibi türkün kahvesiylen.
gittim; ama geleceğimdir!
umarım (:

14 Aralık 2009 Pazartesi

sadece sana

'anlatılamaz yaşanır' noktasındaydı tüm günüm.
aman yarabbi yoğunluk, sıkışmışlık, heyecan, meraklı bekleyiş, sonu gelmeyen görüşmeler, yeni planlar, karşılıklı atışmalar...ama ne olursa olsun, bir heyecan bir bekleyiş hakimdi, en yoğunundan (:


sabahı falan geçtim, dün geceden bu yana, sanki hikayemin gidişatını belirleyecek heyecanı ben yaşıyor gibiydim..
oysa ki, tek yaptığım yanında olmaktı, sen görmesen de!

sanırım bu, karşılıklı verilen ve karşılığında hiçbir şey beklenmeyen değere dayanıyordu!


sevgili arkadaş,

yolun açık, umutlu, huzurlu olsun...

göreceksin, tüm karanlıklar çıkıyor ve çıkacak aydınlığa! senin aydınlığına...

yarattığın bu aydınlık ki, gösterecek yolunu varlığına!


"ve sağlıkla ve umutla ve heyecanla ve nice güzel hayallerle ve bir de nice güzel hedeflerle, yeni bir geleceğe merhaba!" diyebilmen ümidiyle...


yanında, yamacında olmak değildir aslolan,

her daim, bu arkadaşlığın varlığını hissedebilmektir.

benim heyecanımı hissedebilmen adına, bu mektup da sana dairdir sevgili arkadaş!


yolun açık olsun değerli kırmızım!


şimdi de sana; gözümden, gönlümden kopan en sevdiğim kareyi hediye etmek istiyorum...
mavi olmasa da kanatlarım, tüm güzelliği ile gönderiyorum yoluna...

şu yoğun günümün tüm pisliğini attığın için de bir defaya mahsus olmak üzere, teşekkür etmek istiyorum...

bugün güzel bir gün ve biz yaşıyoruz!!!


(şarkı da, 'bir foto alana bir melodi bedava' kampanyamızdan sana gelmektedir.)

haydi; hoş beş

bir de, sen anladın işte, pronto olanından (:

........................
photo: mavi kuş

13 Aralık 2009 Pazar

13 Aralık ....

bisiklete binmeyi, akabinde bisikleti sürmeyi yeni öğrenen bir çocuk, heyecanıyla karşımda çabalıyor.
uzun uzun onu izliyorum.
deniyor, yeniliyor, bir daha deniyor, bir daha yeniliyor...ben sadece onu izliyorum!
"bırakma" diyorum içimden, "bırakma!"
en sonunda, yenilgi bayrağını çekerek, gıcır gıcır oyuncağını fırlatıyor. yeniliyor, bunun farkına varıyor, farkına varıyor!

"bu kadar basit olmadığını ne zaman öğrenecek acaba?" diye düşünüyorum. sonra da;
"hep bu sadelikte kalabilse" diyorum....

"bu sadelikle, bu karmaşık yaşamda kalabilmeyi başarsa" diyorum..

sen 'korkuyorum' derken, o heyecanı hissettiğimi, titrediğimi anımsıyorum. oysa şimdi, senin yolundan yürüdüğümü görmek acıtıyor, kanatıyor benliğimi.
adres miydi amansızca aradığın, bulamadığın, bulamayacağın...
adres miydi?

bana herhangi bir adres söyle, herhangi bir adres yeterli benim için de!
her şeye rağmen, ona yazmak, hep onun için yazmak, ona durmadan anlatmak istiyordun...
buldular seni,
"ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin?" diye söylenme bir daha...

çünkü,


ben buradayım, asıl; sen neredesin yüce insan, sen neredesin?


oyuna devam#


gördüm ki
başka nefeslerin hikayelerinde virgüller-ünlemler-üç noktalar-noktalı virgüller-iki nokta üst üsteler biriktirmişim
o nefesler ki bu yargılara açmışlar kapılarını kapatmamak üzere
aynı zamanda yine o nefesler ki hikayeme koydukları noktaları da esirgememişler

ve nihayet kendi noktalarımla başbaşa kalmışlığımla selamlamışım alemi
üç nokta

12 Aralık 2009 Cumartesi

...gitmek...

iki gündür ağlayan şehir, arkandan 'elveda' derken, benim tuzlu damlalarımla birleşti.
vedaları sevmediğimi bilen bir tek sen vardın.
bana gülümseyen gözlerini aldım yüreğime, hapsettim...
seninle beraber o iki yüce insanı da uğurlarken, bir baktım ki yine yalnızdım.
eve geldim,
ışık yok, ses yok, odalar kapılarını kapatmış her şeye, herkese..
beni bekleyen yine kapımdı!
yaktım tüm odaların ışıklarını, şehrin yaşları, çift yüreklerimin yaşları devam ederken,
seni andım.
yarım bıraktığın fincanını yıkamaya kıyamadım, içinde tarçınıyla duran sahlebini yudumlarken,

soğukluğu yakıyordu içimi.

11 Aralık 2009 Cuma

... .. .

geçmez dediğim zaman, nasıl da gülümsüyor yanımdan adımlarken...
uzatmadım ki zaten elimi, tutmak istemedim ki ben seni...
ben, istemedim ki seni...
...
..
.

10 Aralık 2009 Perşembe

sana dair

şu yağmurlu Antalya gündüzü, öğleden sonrası ve akşamı güzel geçti. gecesi de daim olur umarım!

hem hüznüm hem sevincim mevcut şu anda bünyede.
dün, gecenin kör karanlığında yan odamdan çıkıp gelen canım kardeşim, hem güzel hem de iç burkan haberi döktü ağzından ablasına!
gidiyordu......gelecekti...... gelecektin değil mi?

ben de yarın yapmayı düşündüğüm kabak tatlısını "bugün sunalım" bakalım dedim.aldım kabakları, koyuldum yola (: (itiraf:kabaklar benim içindi, o'nun için mantı yaptım, kestane kokuttum mutfağı...) ah ahh, odun sobası olsaydı da, soba güp güp derken pişirseydim kestaneleri..neyse ocağımız, teflon tavamız yardım etti bize (:
dağıttım yine konuyu, huyumdur kuruyamadı gitti (:

canım ailemden 4 adet olarak enfes sofrada buluştuk. her zamanki gibi canım abiciğim eksikti 5. koltukta ): ona da muhteşem iletişim ağı telefon ile ulaştık. ne yapalım yahu!

tamam sustum, kardeşimle geçireceğimiz son akşamımız. töbe töbe, nasıl konuşmak öykü o!

yolun açık olsun birtanem! tüm kalbiyle ablan yanında. bak akrep damarın tutar senin biliyorum, sakin ol, 'eyvallah' de her şeye geç...
sonuçta kardeşten de öte çocuğumsun sen benim! ellerimde büyüttüğüm, uykusuz kaldığım gecelerde ateşinle boğuştuğum, ilk aşkını anlatırken gözlerindeki ışıltıyı gördüğüm, ilk aşk acısını yaşarken sessizce süzülen damlalarını sildiğim çocuğumsun, canımsın!

çok sever bu kadın seni, çok...
yolun açık olsun...

8 Aralık 2009 Salı

yine de...


ferfecir anında yakaladı günü,
göz kapakları ağır, beyni ağır; kimliği ise alabildiğine hafifti artık...
rüyalarına sığındığı hayatı, bu sefer oyununu daha dikkatli oyunuyordu o'na.

çorapsız girdiği yatağından, yanında boşu boşuna duran ikinci yastığından, kötülükleri dışarıda bırakan ve bir kalkan görevi gören kadim dostu yorganından ayrılmak istemiyordu..
büyütmemeliydi, yine buluşulacaktı nasıl olsa yeni günün sonundaki yeni akşamın kapısında!

demlenmeyecekti bugün çay. isteksizlikle boğuşulacak, çayın tadına varılamayacaktı nasıl olsa, tam da bu yüzden vazgeçti çay'a haksızlık etmekten.

her zamanki gibi tikleri takları sorgusuz yol alıyordu, kendisi de yol aldığını sanıyordu!

geçen tikler taklar, tüm gece boğuştuğu rüyalar; pompalanmaya çalışan yüreğinin sıkıştığını bildiriyordu. kapısını çalmıştı artık iç sıkan haber, yüreğinin suskunluğu buna en güzel cevaptı!

gözleri aradı bir umut ışığı, bir kaçış planı. buldu, bulduğunu sandı. denedi, Beckett dediydi diye iç geçirdi, haydi; dene, yenil, yine dene, yine yenil, daha iyi yenil...

tam da o anda önünden bir demir yığını kayıyordu, bilinmez yolun, bilinmez yolcusuydu;
önünde yol almaya çalışan, sağında yol alamayan nefesleri hiçe sayarak...
ama her şeye rağmen, huzurluydu...



...............................
photo: mavi kuş

7 Aralık 2009 Pazartesi

3 ve de 5


kimim ben? 35...

yok, o kadar da değil!
hem 3'ü hem 5'i barındırıyor içinde, bir de üstüne birleşip benimle alay ediyor...
aslında 1 bile sayılmam...

böyle anımsıyorlar beni; "35 numaralı masa...." diye tamamlıyor cümlesini yüce hizmet adamı.

bakarsan bahçede sadece 2 masayız. bak ben de aynı etiketi kondurdum. 2 masayız! eyvallah, kabulümdür!
ben gelmişim, 35'e yaslamışım sırtımı, sığınmışım!

sermişim yine maviliği önüme, ısmarlamışım gözlememi, sormuşum yüce hizmet adamına;

"tek kişilik semaver almam mümkün müdür?" diye. cevap tokat gibi yapışmış benliğime;

"ikiden başlıyor efendim."

"tamam, alalım iki kişilik semaverimizi." demişim.
almışım, demlemişim; yanında nefes almayan boş bardağımla, huzura kaldırmışım çay kadehimi...
içelim, güzelleşelim!


'güzel bir gün ve ben yaşıyorum.'


...................................
photo(s): mavi kuş

sakin



gecenin sessizliğinde ilerlerken ve o sessizlik benliğimi sararken, 1 günlük özgürlüğümü kutluyorum...
muhteşem üçleme ile; şarabım, mumum ve Ay'ım...

hani bazen susmak gerekir ya; işte o noktadayım...

selam olsun!
.......................................
photo: mavi kuş

6 Aralık 2009 Pazar

dar geçit


aydınlık çökmüş, hafif bir loşluk bürümüş şehri...
çift yürek olan gözlerim, arındırmaya çalışıyor karşımda duran gerçekliği!

arınamıyor, inat ediyor...karşılıklı inatlaşmalarla, 'ilk kim pes edecek' diye bekliyoruz anlayacağın.

loşluk, gittikçe koyuluğuna bürünüyor bu sefer! bu noktada, aydınlık noktasında pes eden O oluyor!

adımlamaya çalıştığım yolumda, ışık tutan bir el, birden kayboluveriyor. sonra içimi bir ferahlık kaplıyor! bu oyunda bir O bir ben döküyoruz eteğimizdeki taşları...

düşünüyorum, ben içimde ne barındırıyorum? geçmişin kaldırılamaz yüküyle; "ben daha ağırım." diyorum.
O karşılık veriyor hemen: "26 yıllık geçmişinde ne barındırmış olabilirsin, cevap ver! ben ise, koca bir geçmişi, insanlığın yükünü barındırıyorum." diyerek susturuyor küçük hikayemin nefesini...

dalıyorum derinliğine; güneş yukarıda asılıyken değişik tondaki maviliğine, ay yukarıdaki askısında yerini alınca sadece barındırdığı siyahına odaklanıyorum...
karşımda duran eşsiz suretinde 16 demir yığınını barındırıyor. kök salmış 16 demir yığını...
bana inat, köksüzlüğüme inat 16 adet kök salmış demir yığını...

sonra diyor ki; "rahat ol. onların kökleri belli belirsizdir, gün gelecek alıp başını gidecek hepsi; ama benim gerçekliğime ihtiyaç duyarak... benim dehlizimde yol almaya devam edecekler. sen sadece kendi dehlizinden kurtulmaya bak. Bu yetecek inan!"

sadece soruyorum O'na; "sence dehlizimden kurtulmaya çalışır bir halim var mı?"

diyor ki; "yok mu?"

...........................
iyice çöktü siyahlık. korkutarak, içinde hüznü de sevinci de barındırarak.
kabul et, bunu seviyorsun...

.

bir an önce, dört duvarla sarılı evrenimden sıyrılmam gerek.
dibin de dibi görülürmüş ya, daha dibi var mıdır acep? diye sorup yola koyulmam gerek.
sanırım tekrar, Oğuz Atay'ın kapısını çalmalıyım. zamanım gelmiş benim.

ha gayret, demeliyim.
dünyaya bağlandığım yerin kapısından çıkıp, 100 adım caddeye yürümeliyim. geçen akşam saymıştım, 100 müydü, yüz müydü? düşmedi birden hatrıma, neyse...

yüz olsun hadi, saymalıyım o kadar işte; sonra kıvrak bir bel hareketiyle sağa doğru kıvrılmalıyım, ve öykümü unuttuğum sahafımda kaybolmalıyım...sahaftan çıkıp, sert bir bel hareketiyle sola yatmalıyım ve denize akmalıyım...

evet, işte, oradasın...

5 Aralık 2009 Cumartesi

,

geride bıraktığım ay içerisinde, nefes alışlarıma verişlerime yetişemediğimi düşünmekteyim.

çok hızlı akan zamanın içinde kayboluyorum.
yılmadan aramaya devam ettiğimi görmek bazen korkutuyor, bazen huzurla dolduruyor hikayemi...

demlenen çayım, tezgahın üzerinde beni bekleyen tek fincanım, içinde arınmayı yok olmayı bekleyen 3 adet küp şekerim, tüm korkusuzluğu ile yok eden tek çay kaşığım...hepsi beni bekliyor da; ben neden cevap veremiyorum?

kandırma kendini, cevapsızlığına kanıt değil mi bu? oynadığın oyunda, bürünmüşsün kanıksamışsın bu dipsiz hikayeyi...kabul et yine, bunu seviyorsun!

29 Kasım 2009 Pazar

öyle

abim gelmiş, evde bir bayram havası, annem babam bizi çok severmiş (:
tüm ailenin birleştiği günleri hasretle bekliyorum; sanırım bu ayrılıklara çok küçük yaşta hayat bizi alıştırdı, bir parmak balı çalıyor ağzımıza, sonra da kuş olup gidiyor. neyse 2 gün de olsa 5 kişilik yoğunluğu yaşadık, eyvallah...
abiyi gönderdik, kardeş de gidecek uzak diyarlara, annecik babacık da alıp başlarını gidecekler, yine kalacak mıyız öyküyle başbaşa...hadi bakalım ):

aslında paylaşmak istediğim başka şeyler miydi bilemedim, ama şu an dinlediğim melodinin etkisinde olan ruhum, parmaklarıma baskı uyguluyor ve yazamıyorum.
sanırım sadece gökyüzüne bakmalıyım ve dalmalıyım gecenin sessizliğine.
bilmem ki, belki sonra yine gelirim...

26 Kasım 2009 Perşembe

huzurlu bir sabah (:

güzel bir sabaha uyanan öykü, akabinde güneşin sıcaklığını da kollarının arasına alarak; denizin güzelliğine kendini sunmaya gidiyor.
avuçlarında 450d'si, masasında gözleme ve çay, karşı sandalyesinde bir dost ile sohbetleşmeye gidiyor.

geleceğim, bekleyiniz efenim...

sanırım böyle anlar hayatıma çok az rastladığı için, huzurluyum!

25 Kasım 2009 Çarşamba

yılın 329.günü

nefes almaya çalıştığım evrende, yılın 329. gününü yaşamaya çalışıyorum.
Samsa ile hem gücüm var hem gücüm yok;
Samsa ile hem küçüğüm hem büyüğüm;

Samsa ile hem varım hem yokum...
ama yılın 329. günündeyim, elimde varolduğunu sandığım varlığımla...

23 Kasım 2009 Pazartesi

bir pırıltı

bir pırıltı vardı önce; ömür adanacak bir hikayeye,
bir pırıltı kayboldu sonra; hikayeyi yarım bırakmak adına,
bir pırıltı olmayacaktı bir daha; kulak verilen ses hikayenin yarımlığına adamıştı ömrünü,
bir pırıltının geldiği düşünülecekti tekrar; hikayenin yolunu şaşırtmak adına,
bir pırıltı konuştu sonra;
"bıraktım, her şeyi bıraktım, seni bıraktığım gibi..."

20 Kasım 2009 Cuma

20 Kasım 1901



yıllar önceydi,
söz verdiğimiz gibi coşarak, şaşarak, gülerek, hüzünlenerek akacaktık...ne olursa olsun akacaktık!


Irmak' beklemedeydi bizi, biz beklemedeydik Irmak'....


gözlerim sonsuzlukta;

güneşte denizin sonunda mavi bir duman gibi gözümde tütüyorsun!



itiraf

şu anda dünyayı kurtardığım masamdan döktürüyorum;
4 gündür uzaktım buradan,
özlemişim ):

19 Kasım 2009 Perşembe

ateş ateş üstüne

son nefeste "yüreğimizin sürülmüşlüğü" ile kalmışız, ateşimizin yüksekliği ile devam etmişiz.

pazartesi akşamı bir ateş bir ateş aman yarabbi. korku, kaygı, hüzün, elin kolun tutmaması ... her bir duygu mevcuttu ateş gibi olan bünyemizde. işe de gidemiyorum kaç gündür; ama bugün daha iyiyim, yarın kaldığımız yerden devam efenim..
haaa bu arada; doktor amcalara ve teyzelere sunduk kendimizi; var mıdır acep şu bünyemizde kötü huylu bir virüs diye?
dediler ki; "zati domuz gibin bir bünyen var, yok senin bir şeyin, dinlen, çorbanı iç, kimseye bulaşma, kocakarılık yapma otur oturduğun yerde!" dediler. ben de öyle yaptım.. sanırım şimdi iyiyim (:


ben çorbamı içip tekrar yatağa bünyeyi serip yumuşacık yorganımı çekeyim ağır olan kafamın üstüne, uykuuuu biraz uykuu diyeyim..
sabah da iş ve de güç diye yollara koyulayım.
gittim efenim iyi geceler (:

16 Kasım 2009 Pazartesi

sürgün olan yürek

duman yardım eder miydi?
denedim, çaresi yoktu bu acının. böyle devam edecek olan bir yokuşta, iki ayak taşıyordu geçmiş yılların yükünü. iki minik ayak!
sonra düşündüm; "ya onlar olmasaydı?"
bencilliğin kaldırılmaz kaldırılamaz ağırlığına hiç gerek yoktu. ne yokuşlar çıkmıştı o minik ayaklar, ağırlığı tarif edilemez bir yürek taşıyordu 26 yıldır. taşımaya devam edecekti.
inadına yılmadan!

sürgün olan yüreğe çare bulmaktı amaçları; ama yürek, sürülmekten alıkoyamıyordu kendini...

14 Kasım 2009 Cumartesi

(:

e be arkadaş, sonunda sonunda 'merhaba'nı esirgemedin benden (:
çoook mutluyum be arkadaş çok mutluyum, eyvallah sağolasın (:
değil mi ama nefes alınmalı....
ay ne demeli ki bunun üstüne,
evet evet kulağı müziğe vermeli, sonuna kadar 'arkadaşlığa' kadeh kaldırmalı...
haydi bakalım, dinleyelim güzelleşelim...
umuda yolculuk daim olsun (:

13 Kasım 2009 Cuma

karşılıksız...

küçücük bedenden büyük olan sevgimle size sesleniyorum;

hep bir kayboluş hakimdir bünyemde, öykümde...
ama inadına hayata sımsıkı sarılmış, yaşamaya adanmış bir kayboluş benimkisi!
belki de kendimden kaçarken buldum kendimi?
izlediğim yol, yönümü şaşırttı. şimdi biliyorum, adımlarım daha tutarlı, daha anlamlı, daha umut dolu.

sizin bu hikayenizde, yanınızda nefes alırım ya da alamam; kalbinize dokunurum ya da dokunamam...ama bilinse de olur bilinmese de.

ben öykü, kaybolmuş öykü.
bu kaybolmuşluğumla size yürekten bağlı olan hikayeyim.

yolunuz açık, umutlu olsun.

bizim küçücük bedenlerimiz vardır, içlerinde kocaman bir yürek barındıran!

...nice yıllara, ikiniz de hayatıma anlam katanlarsınız, hayatımın anlam depolarısınız...

...............................................
sevgili abim, canım kardeşim; başınızın tatlı belası öykücükten minik bir kuple efem (:
sevgili annecim de babacım da sizedir asıl söyleyeceklerim. hayatımdaki değerli iki insanı şu toprağa saldığınız için, sevgiler saygılar efenim. gerçi bunun üstüne söylenecek çok şey var; ama bu akşam söyleyeceğim gözlerinizin içine bakarak (:
öper sizi bu hatun, ve alıp başını gider.
iş ve de güç beni bekler...

;

yaşıyorum be arkadaş,

yani şöyle ki; kaybolmuş da olsa beden, akabinde ruh; sen bilinçsizce, istemsizce devam ediyorsun yol almaya...
getiremiyorsun sonunu adımlamalarının...
neden?

diyorsun ki, "sus."

9 Kasım 2009 Pazartesi

bittiği sanılan gün



güneşi doğurmuş akabinde batırmış bulunmaktayız. ne hızlı bir gündü yahu anlamadım gitti.
hep böyle oluyor, çabucak bitiyor bu pazartesi günleri, oynamayacağım ama az kaldı (:

neyse efenim, güzel bir Antalya gezintisi hakimdi bünyede bugün. mavilik mi, yeşillik mi, kırmızılık mı istersin? ne varsa mevcuttu bugün ruhumuzda...

devam edelim an'ı yaşamaya,

iyi iyi akşamlar, geceler, sabahlar olsun şimdiden.





....................................
photo(s): mavi kuş

8 Kasım 2009 Pazar

..

büyük bir heyecanla ve hevesle hazırladığım sanal defterimi, bazen (ki çok yalancıyım çoğu zaman) kulağımdaki melodilerle besliyorum. seviyorum müziği, eğer yolu düşerse kaybolmuş bir yolcunun da kulağını beslesin istiyorum!

ama biraz önce, ses versin diye dokundum bir linkime, aa o da ne, ses vermiyor. çok ayıp çok..muzicons'un oynadığı bir oyun sanırım bu biz insancıklara. neyse, hazır sabah erken kalkmayacağım, ben de işe girişeyim dedim. efenim, linklerimi tazeliyorum şimdi...
belki yolunuz düşer de, beslenmek istersiniz.

haydi bakalım, gelirim yine (:

............................................

00.37
yaklaşık 1 saat sonra yeniden yaprağımızın sanal olanına kalem batırmaya gelmiş bulunmaktayız efenim. evet, müzik linklerimizi tazelemiş; kabuk tarçınlı, karanfilli ıhlamurumuzu kaynatmış bulunmaktayız. Perec ile 'kayboluş'a hazır bir bünye ile, ıssız caddeye bakan koltuğa yerleşmek üzere yol alacağım biraz sonra. hafif bir yağmur hakim Antalya semalarında. bunun tadı da başka, sesi de başka, hissettirdiği de başka.
öyle şeyler işte.
sanırım benim 'kayboluş' modum çoktan hazır olmuş da beni bekliyormuş. ee ben daha fazla bekletmeyeyim kendisini.

şimdiden size iyi geceler derim. merak etmeyiniz, sabah güneşi doğuracağım ben, her gecenin sabahını yaşatacağım, yaşayacağım!

...huzurlu rüyalar...

7 Kasım 2009 Cumartesi

7 Kasım 1971 / Teşekkürler Dünya!



aydınlığın parçalar ruhumu, doğumun nice olsun...

6 Kasım 2009 Cuma

geçip gidiyor


gün geçiyordu, tikler taklar bizi beklemiyordu.
öyle bir kayıtsızlık hakimdi ki rüzgarın savurduğu yüzlerde, bedenlerde; kimse söz söyleyecek gücü bulamıyordu kendinde!
radyodaki sese kulak vermiştim, geçip gidiyordu, geçip gidiyordu..
.

..............................
photo: mavi kuş

2 Kasım 2009 Pazartesi

dikkat etsene be kızım!

sen o kadar çocuğun içinde hasta olma, dikkat et kendine aylardır;
ama bugün hastaneye git (şu lanet 2.ameliyat tarihi için gün almaya); 2.5 saat bekle, bir yerlerden virüs kap, bütün günün halsizlikle geçsin...
olacak iş mi bu beeee, pehhhh...

sanırım psikolojik bu, evet evet psikolojik...
lütfen öyle olsun...hastalanmaman gerek öykü, hastalanmaman gerek ):

huzurlu yuvama geldim, vazgeçilmezim arpa şehriye çorbamı yaptım, resmen 1 limonu döşedim içine, içtim içtim, mandalina mı da yedim; ama hala halsizim...
sanırım dinlenmem gerek, yarın işler beni bekler...

oyy anam oyyyyy!!!

bu senin oyunun

söyleyebilecek gücün varken, boğazında düğümlenen nefese neden izin veremiyorsun!
açıklayamıyorsun.
kabul et, bunu seviyorsun...?

caddenin karanlığına, seni içine çekmek için can atan sessizliğine bırakmak varken hikayeni; neden sinmişsin oturduğun koltuğuna!
kalkamıyorsun.
kabul et, bunu sevmiyorsun...?

,

gözlerin mi açık ruhun mu?
kayboluşuna şahitlik mi yoksa aradığın?

26 Ekim 2009 Pazartesi

Olympos


resmen ayların yorgunluğunu atmış bulunmaktadır şu bünye(:

pazar gününün sonunda "yeter ya bırakın beni ben gidiyorum..." dedikten sonra, kendimi Olimpos otobüsünde buldum.kafa iyi, öykü iyi, ne işim var ki yollarda, git uyu dinlen...
olmazzz!

aman iyi ki "olmaz" demişim.

Olimpos'taki sel felaketinden sonra çok merak ediyordum o huzur dolu yuvayı, gittim merakımı da gidermiş oldum. biraz hüzünle ama büyük huzurla döndüm.


eşsiz maviliğim, dere yatağı ile birleşince eşsiz kahverengiye dönüşmüştü; üzerinde uzanıp yıldızları burnumun dibinde seyreylediğim çakıl sahilim de haliyle denizle buluşmuştu, bunu görmek içimi biraz acıttı ama yapacak bir şey yoktu...

bol bol fotoğraf çekerken sevgili 450d'ciğim de bana oyununu oynadı, tükendi ):

ama olsun elimizde sabah yağan yağmurdan kalma birkaç yeşillikle, içimizde getirdiğimiz sonsuz güzelliklerle döndük yuvaya...

ben yalnızlığı seviyorum arkadaş...


şimdi hazırım!
i'm hopeful, in spite of everything (:



........................................
photo(s): mavi kuş

23 Ekim 2009 Cuma

oyuna devam

engel olabileceğini mi düşünüyorsun öyküne?
kendine gel, kendine gel...
düşün...

karar verildi, oyuna devam; ama en güzel yolundan!

22 Ekim 2009 Perşembe

yarım beyazlık

yapışmıştı, tutsak olmuştu birbirine...
ah şu yüce ellerim, çözemiyordum, birbirleriyle olan sonsuz bütünleşmelerini çözemiyordum!
karşımda tüm gerçekliği ile asılı duran yarım beyazlık, çevresine verdiği ışığı benden esirgememişti; ama aydınlanamıyordum...

pompalanan kanım, sanki işlevini durduruyordu, akamıyordu yolunda.
karanlığının içinde tutsaktı!
o ışığı yakalayamıyordu...

ellerim, kenetlenmişti birbirine,
çözülemiyordu,
istemiyordu,
evet, istemiyordu;
yakacaktı bir sigara,
yakamıyordu....

20 Ekim 2009 Salı

20 Ekim 1957



farklı bir dünyam var benim müziğe karşı oluşturduğum.
öyle ki Bülent Ortaçgil dinliyorken arkasından Death gelir desem, "nasıl yani öykü sen iyi misin?" diye sorabilirsiniz. ama öyle değil işte!

bir kere Death'in "the sound of perseverance" albümü müzik barındırmıyor içinde, o ilahi bir şey...nefes aldığını hissetmekle nefes alamadığını düşünmek arasında gidip geliyorsun o albümle kaybolurken..

ee sonra Gurdjieff'e hayatını adayan (adanmayacak gibi de değil hani) Hartmann'a ne demeli? eyvallah yapmışsın albüm de (Gurdjieff'in bestelerinin bir sentezini sunmuşsun insanlığa) kardeşim el insaf, biz de insanız, ruhu parçalamakta üstüne yok!

asıl konuya geliniyor adım adım,
Anouar Brahem...kalbi temiz insan, doğumun nice olsun.aldığın her nefeste bize de bunu hissettirdiğin için...(şu yeni albümünü de aylardır bekliyorum ama ses soluk çıkmıyor, korkuyorum!)

albümlerinin hepsi birbirinden değerli; onlardan biri olan Thimar(1998) albümünden 'Kashf' şaheseri kulağınıza layık günlüğümüzü renklendirsin bakalım! (denizin derinliklerine dalacaksınız ya kaybolacaksınız ya; renk diye bahsettiğim o!)

16 Ekim 2009 Cuma

erkan oğur



çok kararsız kalmak nasıl bir şey?
sonra ne olursa olsun "tamam şimdi içime sindi" diyerek o kadar seçeneğin arasından seçmek o eşsiz sunumu...

portakalın altını kapsamında öyle eşsiz lezzetler vardı ki, hepsi de bugüne toplanmıştı...
zeki demirkubuz'la mı kaybolsam dedim, sonra blues festivalle kulaklarımı mı doyursam dedim, ya da ya da erkan oğur'um geliyormuş, erkan babaya gidip 'sana' mı akıtsam ruhumu diye düşündüm durdum...aslında bakma, çok da düşünmedim, kararımı zaten vermiştim, laf kalabalığı yapıyorum gibime geldi şimdi...

elbette erkan babaya gittim.
başka seçenek var mıydı ki?

uzun zaman olmuştu antalya semalarına adımını atmayalı, iyi ki portakalımız var...
yaşadığım güzellikleri, huzuru buraya aktarmam mümkün değil, çalışmıyorum da zaten..sadece "seyreyle güzel" le öyle bir titretti ki beni, aktı 2 damlam sonsuzluğa...
bilgisayarımızdaki arşivimizden "seyreyle güzel" geliyor efenim kulaklarınıza layık. haliyle konserden kayıt getiremedim size, elimizde birkaç fotoyla konduk yuvaya...

haydi bakalım, ben yavaştan uçuş hazırlıklarına başlayayım, sabah iş ve de güç....kimi bekler, aaaa öykücüğü haliyle (:


..............................
photo(s): mavi kuş

15 Ekim 2009 Perşembe

yann tiersen - monochrome



Anyway, i can try anything it's the same circle that leads to nowhere and i'm tired now.
anyway, i've lost my face, my dignity, my look, all of these things are gone and i'm tired now.
but don't be scared,
i found a good job and i go to work
every day on my old bicycle you loved.

i'm pilling up some unread books under my bed and i really think i'll never read again.
no concentration, just a white disorder everywhere around me, you know i'm so tired now.
but don't worry
i often go to dinners and parties
with some old friends who care for me, take me back home and stay.

monochrome floors, monochrome walls, only abscence near me,
nothing but silence around me.
monochrome flat, monochrome life, only abscence near me,
nothing but silence around me.

sometimes i search an event or something to remember, but i've really got nothing in mind.
sometimes i open the windows and listen people walking in the down streets.
there is a life out there.

but don't worry
i often go to dinners and parties
with some old friends who care for me, take me back home and stay.

anyway, i can try anything it's the same circle that leads to nowhere and i'm tired now.
anyway, i've lost my face, my dignity, my look, all of these things are gone and i'm tired now.
but don't be scared,
i found a good job and i go to work
every day on my old bicycle you loved.

monochrome floors, monochrome walls, only abscence near me,
nothing but silence around me.
monochrome flat, monochrome life, only abscence near me,
nothing but silence around me.
.............................................................
ama ne olursa olsun devam ediyorum merak etme, edeceğim gibi.......

15 Ekim 2008


HASRET


Sevgimi unutmak için seyrederim bir tabloyu, bir mermeri,
Ki ne kadar dalsa ruhum yeniden döner geriye:
Okurum düşüne düşüne okuduğun şiirleri,
Senin düşüncen geçerken üzerlerinde bir sıcaklık kalmıştır
diye...

12 Ekim 2009 Pazartesi

deli deli olma

geçecek bu günlerim, zor günlerim, yoğunluğum değil bahsettiğim...
arayışlar hiçbir zaman "son" bulmayacak, bunun bilinciyle adımlamaya devam edeceğim...
işte yine öyle bir günümdü bugün, pazarın sıkıcılığını atmak istemekle atamamak arasında gider gelirken, güneşi doğurana kadar kayboldum yine.
güneş doğmuştu, herkes için kalkma zamanıydı, benim için ise 3 saatlik uykuya dalma zamanıydı.

gözlerimi açtığımda, başımda tarif edilemez bir ağrıyla ne yapacağımı şaşırmıştım. evin içinde kaybolmaya yakın öylece koltuğumda oturduğumu ve 2 saat aralıksız gurdjieff-hartmann dinlediğimi hatırlıyorum sadece...
bugün benim özgürlüğümdü halbuki, işte ben de tam o özgürlüğün içinde sorgularımla kendimi arıyordum, bulamayacağımı bile bile (en azından şu an için bulmaya yaklaşamayacağımı demeliyim belki de! kim bulabilir ki? kim? ).....

"kalk" dedim, "kalk ve adımla sokaklarda, nereye götürürse ayaklar oraya." kalktım, düştüm sokaklara, adımladım ve kendimi portakalın altını festivalinde buldum...gün içinde izlediğim filmlerden öyle bir tanesi vardı ki sadece ondan nefes verip kaybolacağım.
murat saraçoğlu'nun eseri "deli deli olma" dan geliyorum, ama geldim mi hala farkında değilim. tam da şu arayışlarımda karşımda bir cevap gibi buldum filmi...senaryosuyla, oyunculuğuyla, emeğiyle hele o müzikleri yok mu o müzikleriyle tam da cevabı yapıştırdı şu bünyeye!

eyvallah, ne diyebilirim ki; yüreğinize, emeğinize sağlık...

9 Ekim 2009 Cuma

.

güzel şehrim antalyamda her yıl düzenlenen (ki bu yıl 46. yılı oluyor) portakalın altını (altın portakal film festivali'dir asıl adı)kapsamındaki festival yarın itibariyle nefes almaya başlayacak...gelsin filmler gitsin filmler, güzel güzel konserler...

iyidir iyidir, hele bir de Erkan Oğur da sağolsun adım atacakmış, Efes Blues da her yıl ritüel halini alan konserlerimiz arasındaymış, aman yarabbi, bu 1 hafta güzel geçecek yahu..

şimdi günün yorgunluğunu; karanfilli, kabuk tarçınlı enfes bir ıhlamurla atalım,
kitabımızın gizine dalalım,
umarsızım, sürgün olan yüreğimden sesleniyorum sana, daima olacak olan nefesimle...

8 Ekim 2009 Perşembe

gün daha yeni başlıyor (:

görüşmelerin sonu, öykücüğün başlangıcı...
simit-çay-arkadaşlarla değeri ölçülemez vakitler...
gidiyorum, afiyet bal şeker olsun şimdiden, yarasın...

scavenger of human sorrow dinlemek istiyorum, dinleyip öyle çıkalım bari..
aaa cihan hoşgeldin, haydi çıkalım ama dur!!!!

(:


7 Ekim 2009 Çarşamba

zzzzzzzz


artık ciddi anlamda "uyku modu"na geçmem gerek, tükendiğimin resmidir...
gerçekten şu sanal yaprakta bulunanlar şikayet amaçlı yazılmıyor, içimi dökebildiğim sadece sen varsın, o kadar!

biraz sonra görüşmelerim başlayacak, başlayacak saati belli de ne zaman biter orası bilinmez...

şu tantana başlamadan önce, biraz melodi diyelim, haydi hep beraber dinleyelim...

5 Ekim 2009 Pazartesi

baharın sonu mu?




adımlarım yeşilliğin içinde...
baharın sonu gelmiş, hoş beş gelmiş...

.....................................................
photo(s): mavi kuş

4 Ekim 2009 Pazar

telaş çemberi

etrafımda bir telaş, meçhul benliğimi içine çekmek için yarış halinde!
oysa ki akşam olunca beni bekleyen sadece kapım...

göz kapaklarım ağır, birgün kapanacak, bunun bilgisi varolduğu sürece her şey boşuna!

bu telaş niye?

sadece rüyalarıma sığındığım bir hayatı yaşıyorum,

devam ediyorum,

3 Ekim 2009 Cumartesi

sen de mi

nefes alabildiğim, sırtımı güvenli bir şekilde dayayabildiğim, güç aldığım özel insanlardan-DIN arkadaşım...
sen de mi?
teşekkürler dünya!
uzun uzun bakan öykü, kayboluşuna şahit olur ve "eyvallah" der...
eyvallah....................

2 Ekim 2009 Cuma

...ferfecir...



çift yürekten yaşlar dökülmekte... ruh ve beden karışmış tutamamakta...

uzanmış sonsuzluğa, hikayesi başka, adı başka, tadı başka.
tuzu yakmış kavurmuş ortalığı; ama inadına yutmakta!
bir sessizlik almış başını gitmiş, geri gelememiş. kayboluşuna şahit olmuşuz o simsiyah boşlukta.
haykırmış sonra,
içindeki zehri tükürememiş,
yakalamaya çalışmış akrepleri yelkovanları...oyun oynamış tik ve tak'ı...
nefessizliği devam ederken, arayışları son bulamazken (ve bulamayacakken)çırpınmış durmuş.
sabırsızmış, aydınlığına ulaşmak için!
umuda yolculuk... doğamıyor bir türlü...aydınlık bulamıyor bir türlü penceremi. pencere önü çiçeklerim aç, susuz bekliyor seni! bizi bekliyor doymak için!
biliyor musun demir parmaklıklardan kurtardım çiçeklerimizi, pencere önü çiçeği olmaktan kurdardım onları!
vuslat ne zaman ustam?
açıldı mı derin yaralar ruhta, kapanmıyor!
bekliyorsun aydınlığı, gelse de göremiyorsun,
gelmiyorsun,

....................................................
photo:mavi kuş

30 Eylül 2009 Çarşamba

1207

Bu denizde ne ölmek var bize,
Bu denizde ne gam, ne dert, ne keder,
Bu deniz alabildiğine muhabbet
Bu deniz iyilikten, cömertlikten ibaret.

29 Eylül 2009 Salı

29 Eylül 1547


"Aylak okur:Bu kitabın, zihnin, düşünülebilecek en güzel, en zarif, en akıllıca ürünü olmasını isterdim; buna yeminsiz inanabilirsin. Ancak, tabiat kanununa karşı çıkamadım; tabiatta her şey, benzerini doğurur. Benim kısır, gelişmemiş deham da, her türlü rahatsızlığın hakim olduğu, her türlü hazin sesin duyulduğu bir hapishanede doğmuşçasına kuru, kırışık, maymun iştahlı ve çok çeşitli, kimsenin aklına gelmeyecek düşüncelerle boğulmuş bir evlattan başka ne doğurabilir? Huzur, sakin bir yer, kırların hoşluğu, gökyüzünün duruluğu, pınarların şırıltısı ve ruhun dinginliği, en kısır ilham perilerinin bile verimli olup dünyayı hayranlık ve memnuniyete boğan çocuklar doğurmalarına fırsat verir. ............."

şu hatunun hayatında önemli bir yere sahip eserin önsözünden bir kuple efem...
sahibini de doğurmaya ancak sıra geldi, ahh Cervantes ahh...

kitapların dünyasında adımlamak, nefes almak kadar özeli var mı? Hayatımda, "Tatar Çölü" ve "Don Kişot" kesinlikle birbirini beslemek için yaratılmış çocuklar olarak yer alıyor. Tatar Çölü'nü okuduktan sonra açılan yaralarımı kapatmamda Don Kişot hep yardımcı olmuştur. Özellikle Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Roza Hakmen çevirisini elde edebilme şansınız varsa kesin koşun derim! okuduktan sonra; "öykü gerçekten haklıymışsın, sağol (:" diyeceksiniz...

[buradan da bir arkadaşa teşekkürü bir borç bilirim...]

sisteme saldırı, başkaları için boşa kürek çekmek olabilir; belki sistemi çökertemez; ama en azından bir pervanesine zarar verir, bir pervanesini işlemez hale getirebiliriz. sen de bir pervanesine zarar verebilirsin, kırabilirsin, öteki de başka birini....ve böylelikle sistem işlemez hale gelecektir!

iyi ki doğmuşsun be Cervantes....
şimdi de çok sevdiğim huzur yuvam Datça'dan bir yel değirmeni süslesin sanal sayfamızı...Don Kişot'umuza layık...

.............................
photo: mavi kuş

beklemedeyiz efem..

Cervantes'i doğuracağız bugün; ama şu iş-güç yok mu ):
sanırım güneşi batırdığımız zamana denk gelecek bu doğum, bekleyelim bakalım...

hadi gittim ...

a little music

28 Eylül 2009 Pazartesi

pişt pişt....

aman efendim kimler gelmiş kimler gelmiş....
hoş beş gelmişsiniz...
haftanın 7 günü çalışmaya alışan öykü, bu tempoyu daha ne zamana kadar kaldırabileceğini düşünmeden edemiyor, zira 3 yıldır böyle çalışmaya da alışmış olması daha da ayrı bir konu!

neyse efenim, normal zamanlarda (bu ne demek gerçekten bilmiyorum?), pazartesi günleri bünyesini yatağa bağlaması gerekirken, kalkmış yine ofise gelmiş bulunmaktadır...
"ehhh yeter gayrı canım" demeyeceğim, ulvi görevimdir, SAOL!

uzatmadan söylemem gereken şeyi söyleyip, kaybolayım...

"GÜNAYDINNNNN" der, gününüzün huzur içinde geçmesini dilerim!
alır başımı giderim,

27 Eylül 2009 Pazar

...balkon sefası...




eveeett, balkon sefası için gerekenler;


bir adet balkon, bir adet sırtını yaslayabileceğin; bir adet de günün yorgunluğunu atmak için ayaklarını uzatabileceğin sandalye, mümkünse eşsiz maviliği görebileceğin bir alan (ki bu benim için mümkün), kulaklık, kulaklığın takılabileceği bir player, playerın içinde mükemmel bir melodi, ki elbet de iki adet kulak (:
hafif bir esinti (şükür ki bugün var!), bir adet de öykü....[efes'i söylememe gerek var mı, hadi söyleyeyim hakkı kalmasın (: ]
tamammm her şey hazır. sırada türlü türlü düşünceler...ama hepsi umutlu, aydınlıklı, güler yüzlü...
istesem de hüzünlenemiyorum, yazamıyorum, sadece yaşıyorum !
sanırım bunun melodiyle de ilgisi var...

Oleg Ponomarev'den "changes" ...for you...
[artık kim okuyorsa benim bu saçmalıklarımı...(: ]

2.39 'da başlayalım senkron kafa sallamaya. dikkat etmeye gerek yok, çarpışırlarsa çarpışsınlar....değer yahu (:

işlem tamam efenim

izinsiz devam eden çalışmaların sonu gelmez bizde...genciz, gücümüz var ya, ulen nasıl da gaza geliyoruz? gün gelecek, dikecem bacakları tavana o olacak..töbe töbe..

neyse efenim, bir pazar sabahı, erkenden kalkılmış, güneş doğurulmuş, mis gibi çay demlendirilmiş, küçük minik 1 kişilik kahvaltı masası hazırlanılmış, lokmalar boğaza dizilmiş ve ofise doğru yol alınmıştır...
ofise varılmış, bodoslama işe-işlere girişilmiştir...an itibariyle öykücüğün bittiği hissedilmiş, müzik molası verilmiş, "yeter laaa ben de insanım benim de canım varr" denilmiş, öğle yemeği yenilmediği hatırlanmıştır...

şimdi çıkıyorum şu dört duvardan, ilk önce şu minik mideme bir bayram ettireyim, sonra da ineyim kaleiçine, açayım kitabımı, ısmarlayayım kendime buz gibi misler gibi bir efes...aman yarabbi..tutmayın beni..heyttttt (:

daha ne duruyorum ki burada, ulen günlük sen yok musun sen!!!! bağımlılık yaptın ha (:

hadi hadi ben cufcufluyorum...

26 Eylül 2009 Cumartesi

efendim anlamadım?

neymiş efendim, düzey belirleyecekmişim..pehhh!
ben kimim ki?
boş işler bunlar öykü hanım boş işler...
alsan 450d'ni, adımlasan güzel şehrin antalya'nın dar sokaklarında, doğursan güneşi bu sabah olduğu gibi, batırsan bir de arkasından...

ufffff, şu dört duvarda sıkışmışlığımla, kokuşmuşluğumla, kanatlarımı çırpıp silkinmek istiyorum..

yeter yahuuu..
hadi ben dönmeliyim tekrar, malum dünyayı kurtarmak zahmetli iş..

bu arada pazar günleri çalışmalarım tekrar başlamış durumda..vatana da millete de hayırlı olmasın kardeşim istemiyorum...
gün gelecek pazar gezeceğim günler gelecek...sadece 10 ay sonra (:
bak ne kadar umut doluyum....
hahah kendini kandırmadan geçmez arkadaş geçmez...

amannn başladım yine uzatmaya, yavaştan uçuyorum, malum huyum kuruyamadı gitti..
tamam tamam bak gerçekten gittim (:

24 Eylül 2009 Perşembe

bazen

...
adımlarım benden habersiz yol almaktaydı, bıraktım...
yokuşu indi, hafif esen rüzgara doğru savurdu ruhunu, bıraktı...
titreyen beden, açılamayan göz kapakları, bırak...
bazen de "boşuna" demek gerek be arkadaş....
boşuna!

(:

lalalaaaaaaaa

23 Eylül 2009 Çarşamba

geçmiş mi dedin...



geçmişte nefes almadan yapılır mı arkadaş?
9 yıl oldu mu bee!!! (aslında 26 yıl!)
vayy anam vayy...
şu Eylül ayında, şu Eylül'ü dillendirmeseydik ayıp olacaktı..
buyrun efem, kulak pası itinayla silinir...
buyrun buyrun (:

sen&ben


içtiğim suda sen varsın,

doğum


nefesim kesilmişti, gözlerim ışığından etkilenmişti, kapattım-açtım...
gitmedin...
bir daha kapattım-açtım...
yoktun...
gün gelecek mi?
hep yanımda uyanacağın sabahlar...
doğumum o zaman olacak..
ay ışığında aylanacağız.

...........................................
photo: mavi kuş

...

dipdiri sabaha uyanan öykü...
ikizini bulan pencere önü çiçeği...

19 Eylül 2009 Cumartesi

kızarmış mavi kuş (:

normalde çalışmam gereken şu günde, yüce iznim verilmiş ve özgür bırakılmışımdır heyooo (:

sabaha kadar oturup, deli gibi kitap okuyan öykü, sabah 04:00'te ağır başını yastığa koymuş ve sabah 07:00 de hafif göz kapaklarını güne açmıştır..

"ımmm bütün yaz boyunca güneş yukarıdayken şu sonsuz maviliğe bırakmadım kendimi, haydi haydi..." demiş ve 6 saat boyunca kendini kaybedercesine denizde süzülmüştür. bir tavuk kıvamında kızarmış ve lanet okumuştur (:

güzel yuvasına konmuş, 1 saat kestirmiş, tavuk kızarıklarıyla boğuşmuştur...

şimdi kitaba devam edecektir de sana bir "merhaba" demek istemiştir...

kuş uçmaya hazırdır, kanatlarını zor tutmaktadır..
aa gidiyor, gittii....