17 Ağustos 2010 Salı

son şey

tükenmişlikten değil, yorulmuşluktan değil, anlamsızlıktan hiç değil...
bu soysuz nefeslerin içinde bile bile boğulmak için can atmanın hiçliğinden...
son değil; hikayemin başlangıcı...
o yokuşun en başındayken atılması gereken adım için...
süreç biter ve ben alır başımı giderim...
teşekkürler dünya!
iğrenç döngünün içinde bir hikaye eksik olsa çok da bir şey kaybetmiş sayılmazsın...

Au revoir

14 Ağustos 2010 Cumartesi

bir, şey

yüzyetmişincikaranlığamahkumedildiğimiçintuzumubırakıyorum
sennasılbıraktıysanbeniöyleceduruyorum
kapıçalınmayacakbiliyorumvekorkuyorum
toprağınageliyorumçiçeklerinledenizinlekedinlevehiçbitmeyecekhikayenle

13 Ağustos 2010 Cuma

hiç, şey-ler; boş, şey-ler

"uyan" dedi sesin,
uyanmayan sen ile kalakalmışlığım bana sinsice gülümsüyordu...
uyanmışlığımla baktım kapalı gözlerine, çok istikrarlı davrandıklarını ve davranacaklarını bilmeme rağmen bekledim...anlatacak, yaşanacak çok şey varken bu yarım bırakışlarını benimsemiş olmanın verdiği ağırlığa şaşıp kalıyordum.
yoktu anlatacak yoktu yaşanacak...
ama yine de,
keşke;
..................................

12 Ağustos 2010 Perşembe

peh

her şey boşuna imiş,
yine teşekkürler dünya...

suskunluğum diz boyu olsun, varlığın varlığıma armağandır...

var çok, şey


yanındaki güzelliği ve sana yoldaş olanı çoğu zaman es geçiyorsun!
bu görmemezlik görememezlik huyundan hiç vazgeçmiyor vezgeçemiyorsun!
illa kanatlanıp uçmasını bekliyorsun!
bakmıyorsun, kafanı çevirip bakmaya üşeniyor ve üşenmeye devam ediyorsun!
ne diyorum biliyor musun?
yanındayken uzak oluşların verdiği kanamayı ancak sen durdurabilirsin; uzaklıktan yakınlıktan senin anladığın ne ise artık!
ben içimde olana sarılmayı seçiyorum.



Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım
 
 

10 Ağustos 2010 Salı

yok, bir şey-ler

bilmem neremden akan terden bahsetmeyeceğim tamam; cebimin delik oluşundan ve delik oluşumu sonrasında dar koridorlarında volta attığım sağlık merkezinden, boş bir kaldırım kenarı bulduğumda yüzüme tebessümü oturttuğum son iki günden de bahsetmeyeceğim tamam. gerçi iki gün yine böyle devam edecek ama söz bundan da bahsetmeyeceğim...
oradan buraya buradan oraya edilen sevklerden hele hiç bahsetmeyeceğim...
cep delik olmasaydı ama içinde de bir şey olmasaydı -yine olduğu gibi- takas olayına biz de girebilseydik antik yunanda olduğu gibi ne güzel olurdu. gerçi benim verebilecek bir sığırım olmazdı; ama elmalı turtamdan yapardım, isterlerse kıymalı börek bile açardım, şu lanet sıcakta bir de buz gibi limonata yapardım, hadi şimdi bak bakalım kuş beynimde ne varmış ne yokmuş derdim...
gitme sebebimi bile unuttuğum rahatsızlığım nedense yok oluverdi. çünkü başka yerlerimden patlak veren sızıntılar hissediyorum; özellikle asabiyet nedir bilmeyen ben, bugün kaldırımda bir kişiye omuz atmış, otobüste de ağlayan bir çocuğa sinsi bir bakış fırlatmış bulunmaktayım, kendimden korktum çocuğa neden ağlıyorsun bir sussana deyip girişeceğim diye...yok yok, zamanım mı doluyo diyeceğim ama ben daha yeni doldurmuştum bünyeyi..ee bu ne öyleyse..
ne diyorum ben? saçmalama özgürlüğümü kullanıyorum her zaman olduğu gibi...
sinirliyim, ıslak bir bedene sahibim, kirpiklerimden akan tere engel olamayan bir kişiliğim..
yok be, ben hiçim!
gittim
nokta

9 Ağustos 2010 Pazartesi

yok, şey-ler

"...
kahkaham insanları ürkütürdü!
zamanı azaldı artık, zorlanmış bedenimin,
..."

gerçeklik nedir?

1 Ağustos 2010 Pazar

......... ..

eller titrerken ve beyin inanılmaz bir devinim halindeyken klavyeyle bağ kurmaya çalışmak anlamsız da gelebiliyormuş; ama "inat etmek" eylemi tavan yapmışken durmasın dedim.
devrilen ince belli bardakların sonunda elde edilen boşluk gibi bir hikaye işte karşında duran.
farkı var; ama farkı anlatacak elleri yok!
gözleri var; ama görmesi gereken çift göz karşısında yok!
bu zormuş,
bu çok zormuş...
uzansam beyaz çarşafa, yukarıda asılı kalsa geometrinin yuvarlak beyazlığı...
geri dönsem tekrar bilmem ne kaç saat öncesine...
merdiven basamaklarından inerken, arkaya bakmak için can atsam ve bakarsam her şeyin karışacağını düşünmekten alıkoysam kendimi...
bu zormuş,
bu çok zormuş...
beyni durdursam be sevgi, beyni bi durdursam...
sanırım her şey daha kolay olacak hım ne dersin?
ama durdurmamı hiç istemezsin ki!

mavi bar huzuruna...
ve
sadece sana...