29 Haziran 2010 Salı

gelir mi dersin?

gökyüzünü seyrelemeyeli uzun zaman olmuştu,
sanırım yenileniyorum...
ne işime mi yarayacak?
bilmem,
her zaman yaptığım gibi deniyorum...
bir de kabul etmeliyim,
çok garip; ama ayakta duruyorum...
öylece........
olsa da!
ayakta duruyorum...
çok şey değişmiş...hikaye değişmiş, başkalaşmış işte...
okuyorum, dinliyorum, bakıyorum, göremiyorum; ama önümde akan zamana ayakta durarak ayak uyduruyorum işte.
garip!
insanlar aşk' diyor başka bir şey demiyor. öyle değil, senin anladığın aşk' gibi değil...sadece bir insanın ötekileştirdiği insana olan aşk' ından söz eyliyorlar. yazıyorlar, çiziyorlar, küfürleri sallıyorlar...
sanki o geçirilen "güzel" diye adlandırılan an' ları beraber yaşamamışlar gibi, el sallanması gereken geçmişi kabul edemeyen, yolda görse içinde barındırdığı cani kişiliği dışavurup gözlerinin bakışına son verecek noktaya getiriyorlar işi...öyle alelade...sıradanlaştırmayacaksın...yaşadığın aşk' a sahip çıkıp, yaşadığın güzelliğiyle bırakacaksın...kanatmayacaksın, nefes almasına izin vereceksin...ama yok!
kime ne söylüyorum ki?
bu da garip!
ya da evet duyuyorum sesini;
"sensin garip!" diyorsun... öyle olsun!
bak tik-tak gösteriyor.
masamda oturmuş, anlamını bilmediğim hikayemde, ne istediğimi bilmediğim adımlarımı atarken;
kalktım geldim.
aslında sana uzun uzun yazmak isteği de oluştu içimde. ama o iç yok mu? hep bir devinim halinde. sıçtığımın içi!

ne tükenmezmiş...

tükenmesin mi?
tüketildi...
şimdi yapım aşamasında...
kim bilir, bir gün
belki bir gün
kullanıma hazır hale gelir ha ne dersin?

21 Haziran 2010 Pazartesi

savunma amaçlıydı,

hep demez misin, "kendini koru!" diye?
benim de yapmaya çalıştığımdı.
gerçi şu geçmişe bakınca "koruma" anlamını kavrayamamış olduğumu görüyorum; ama amacım, buydu!
bu canilikse eğer, sonuna kadar arkasındayım eylemimin.
ne yani; mavilik hakkımı elimden alacağını söylüyorsun. sen istediğin kadar engel olabileceğine inandır kendini. bilmiyorsun ki; mavilik her yerde, orada, burada...
o dört duvarın arasında. o buram buram sidik kokularının belki de tam göbeğinde...bir de ben işerim üstüne tam olur, katlanır, çoğalır, sel olur belki! belki senin leşini de alıp götürür, temizlenir evren, ha ne dersin?
yok, hayır, savunma yapmıyorum. ben yine söylüyorum, olsa, yine yaparım, hatta yapacağım...
ne vereceksen ver bekliyorum,
ama dikkatli ol!
ki
alırken, ızdırabım evrenin kalabalık sessizliğini bölmesin. devam etsin O yüce kalabalık sessizlik...
ben insanların sessiz çığlığında, boğulmaya devam edeyim.
sessiz ve acelesiz...

aldım,
sağ ol
var ol
yok yok
en iyisi DEF-OL!

şimdi avuç içim yukarıya bakıyor, sakin bir şekilde parmaklarımı kapatıyorum,
sonra usulca o yüce orta parmağımı kardeşlerinden ayırıyorum
ve
gökyüzüne kaldırıyorum...
gördün mü?
hıh, işte o, senin.

saldım çayıra, kim yakalarsa...


haydi bana eyvallah...

6 Haziran 2010 Pazar

hiçbir şey birikmiyor

eşyalar, o minik ellerle toplanıyor, demir kapının önünde saf tutuyor.
eşyalar bekliyor, biri gelsin de kaldırsın uzak diyarlara götürsün diye.
o biri, tam yoldayken, geri dönüyor. unuttuğunu sandığı, yolculuğuna yoldaş olanı acaba yola sokmalı mı diye düşünüyor.
itiraf ediyor;
düşünmediğini, delicesine istediğini,
uzun zamandır rafın en arkasına sakladığı Tezer güzelliğini nasıl da iyi biliyor...
yaşamın tam da en ucuna yolculuk halinde olduğunu tekrar hatırlatıyor benliğine,
geride bıraktıklarını düşünüyor, sonra gerinin hep ölü olduğunu sırtı titreyerek kendine tekrar hatırlatıyor.

"her anı ölüdür.

şimdi sen de bir ölüsün. her zaman benimle birlikte olan, birlikte taşıdığım sözcüklerime dönmem gerek. sözcüklerim olmadan o gökyüzüne nasıl dayanabilirim. o caddeye, o geceye, gecelere, uykuyla uyanıklık arasında öylesine yatıp uyuyamadığım için sinirlendiğim ve her şeyi düşünüp, kalkıp düşündüklerimi sözcüklere çeviremediğim gecelere..."

başka hiçbir şey istemiyor.
sonu düşünmüyor,
hiçbir şey biriktirmiyor.........

3 Haziran 2010 Perşembe

...daha...

daha...
fotoğrafını çekeceğim milyonlarca güzellik var.
daha fotoğraflayacağım milyonlarca "durum" var. milyonlarca sevinç, acı, hüzün, hayal, coşku, doğum, ölüm, koku...
daha kokusuyla sarhoş olacağım yüzlerce bebek var. bu doğan bebeklerin pek çoğu insan olmadan gidecek buradan; fakat onların kokusunda benim umudum var. onlardan pek azı taşıyacak ruhumu öteye...
 ...
..
.
daha...
okuyacağım binlerce kitap var. milyonlarca sayfa çevirmesi gerekiyor bu parmakların. bulmak için!
bu yangın yerinde, bu yüzeysellikte, bencillikte, ikiyüzlülükte ve bu çağda hep bir sonraki sayfaya itilen insancıllığı, sevmeyi, "iyi"ye hizmet eden bütün kavramları ve doktrinleri bulmak için.
daha...
dinleyeceğim ve bu bedenin son nefesine kadar bir parçası olduğunu bildiğim bir "müzik" var.
daha...
o güzel türkçeyle ağzımı doldura doldura esnete esnete "amuğaa goyumm 'rospu çocuu" diye söveceğim milyonlarca insan olacak. ben söveceğim can baba hayat bulacak, can hayat bulacak ben söveceğim... sövdüğüm insanların daha dün bebek bebek koktuklarını bilerek söveceğim. sövgümle seveceğim onları. her yerde sevgiden bahsedeceğim! son nefesime kadar ama ne anlatırsam anlatayım, ne söylersem söyleyeyim kendimi hep nazım'ı taklit ederken bulacağım. sonra susup sazı ona vereceğim. o da diyecek ki;



...
..
.

daha…
daha…
daha ne yaptın ki yoruldun küçük kız…
daha ne kadar nefes aldın ki batıyor aldıkların…
kendine gel! kendine gel! kendine gel!
bırak şu bencilliğini ve serzenmeni, ağlamanı bırak!
daha neyin ne olduğunu öğreneceğin ve öğreteceğin milyonlarca çocuk var!
daha kök saldıracağın milyonlarca ağaç var!
daha saldıracağın milyonlarca zevk var!
daha açtıracağın milyonlarca çiçek var!
bırak artık uzak durmayı kendine. daha kurtaracağın çok çocuk, okuyacağın çok kitap, dinleyeceğin çok müzik var…
tarafını seç!
bencilliğini tekrarlayacak mısın?
senin iyiliğine muhtaç milyonlarca çocuk varken, hala kendini düşünmeyi bırakmadan ağlayacak mısın?
yoksa bu yangın yerinde! nemli yapraklarıyla nemli topraklardan çiçekler mi doğuracaksın! şu bedenindeki can suyunu onlar için seve seve feda ederek çoğalacak mısın yoksa bencilliğinin içinde boğulacak mısın?
tarafını seç!
kendine gel!