30 Eylül 2009 Çarşamba

1207

Bu denizde ne ölmek var bize,
Bu denizde ne gam, ne dert, ne keder,
Bu deniz alabildiğine muhabbet
Bu deniz iyilikten, cömertlikten ibaret.

29 Eylül 2009 Salı

29 Eylül 1547


"Aylak okur:Bu kitabın, zihnin, düşünülebilecek en güzel, en zarif, en akıllıca ürünü olmasını isterdim; buna yeminsiz inanabilirsin. Ancak, tabiat kanununa karşı çıkamadım; tabiatta her şey, benzerini doğurur. Benim kısır, gelişmemiş deham da, her türlü rahatsızlığın hakim olduğu, her türlü hazin sesin duyulduğu bir hapishanede doğmuşçasına kuru, kırışık, maymun iştahlı ve çok çeşitli, kimsenin aklına gelmeyecek düşüncelerle boğulmuş bir evlattan başka ne doğurabilir? Huzur, sakin bir yer, kırların hoşluğu, gökyüzünün duruluğu, pınarların şırıltısı ve ruhun dinginliği, en kısır ilham perilerinin bile verimli olup dünyayı hayranlık ve memnuniyete boğan çocuklar doğurmalarına fırsat verir. ............."

şu hatunun hayatında önemli bir yere sahip eserin önsözünden bir kuple efem...
sahibini de doğurmaya ancak sıra geldi, ahh Cervantes ahh...

kitapların dünyasında adımlamak, nefes almak kadar özeli var mı? Hayatımda, "Tatar Çölü" ve "Don Kişot" kesinlikle birbirini beslemek için yaratılmış çocuklar olarak yer alıyor. Tatar Çölü'nü okuduktan sonra açılan yaralarımı kapatmamda Don Kişot hep yardımcı olmuştur. Özellikle Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Roza Hakmen çevirisini elde edebilme şansınız varsa kesin koşun derim! okuduktan sonra; "öykü gerçekten haklıymışsın, sağol (:" diyeceksiniz...

[buradan da bir arkadaşa teşekkürü bir borç bilirim...]

sisteme saldırı, başkaları için boşa kürek çekmek olabilir; belki sistemi çökertemez; ama en azından bir pervanesine zarar verir, bir pervanesini işlemez hale getirebiliriz. sen de bir pervanesine zarar verebilirsin, kırabilirsin, öteki de başka birini....ve böylelikle sistem işlemez hale gelecektir!

iyi ki doğmuşsun be Cervantes....
şimdi de çok sevdiğim huzur yuvam Datça'dan bir yel değirmeni süslesin sanal sayfamızı...Don Kişot'umuza layık...

.............................
photo: mavi kuş

beklemedeyiz efem..

Cervantes'i doğuracağız bugün; ama şu iş-güç yok mu ):
sanırım güneşi batırdığımız zamana denk gelecek bu doğum, bekleyelim bakalım...

hadi gittim ...

a little music

28 Eylül 2009 Pazartesi

pişt pişt....

aman efendim kimler gelmiş kimler gelmiş....
hoş beş gelmişsiniz...
haftanın 7 günü çalışmaya alışan öykü, bu tempoyu daha ne zamana kadar kaldırabileceğini düşünmeden edemiyor, zira 3 yıldır böyle çalışmaya da alışmış olması daha da ayrı bir konu!

neyse efenim, normal zamanlarda (bu ne demek gerçekten bilmiyorum?), pazartesi günleri bünyesini yatağa bağlaması gerekirken, kalkmış yine ofise gelmiş bulunmaktadır...
"ehhh yeter gayrı canım" demeyeceğim, ulvi görevimdir, SAOL!

uzatmadan söylemem gereken şeyi söyleyip, kaybolayım...

"GÜNAYDINNNNN" der, gününüzün huzur içinde geçmesini dilerim!
alır başımı giderim,

27 Eylül 2009 Pazar

...balkon sefası...




eveeett, balkon sefası için gerekenler;


bir adet balkon, bir adet sırtını yaslayabileceğin; bir adet de günün yorgunluğunu atmak için ayaklarını uzatabileceğin sandalye, mümkünse eşsiz maviliği görebileceğin bir alan (ki bu benim için mümkün), kulaklık, kulaklığın takılabileceği bir player, playerın içinde mükemmel bir melodi, ki elbet de iki adet kulak (:
hafif bir esinti (şükür ki bugün var!), bir adet de öykü....[efes'i söylememe gerek var mı, hadi söyleyeyim hakkı kalmasın (: ]
tamammm her şey hazır. sırada türlü türlü düşünceler...ama hepsi umutlu, aydınlıklı, güler yüzlü...
istesem de hüzünlenemiyorum, yazamıyorum, sadece yaşıyorum !
sanırım bunun melodiyle de ilgisi var...

Oleg Ponomarev'den "changes" ...for you...
[artık kim okuyorsa benim bu saçmalıklarımı...(: ]

2.39 'da başlayalım senkron kafa sallamaya. dikkat etmeye gerek yok, çarpışırlarsa çarpışsınlar....değer yahu (:

işlem tamam efenim

izinsiz devam eden çalışmaların sonu gelmez bizde...genciz, gücümüz var ya, ulen nasıl da gaza geliyoruz? gün gelecek, dikecem bacakları tavana o olacak..töbe töbe..

neyse efenim, bir pazar sabahı, erkenden kalkılmış, güneş doğurulmuş, mis gibi çay demlendirilmiş, küçük minik 1 kişilik kahvaltı masası hazırlanılmış, lokmalar boğaza dizilmiş ve ofise doğru yol alınmıştır...
ofise varılmış, bodoslama işe-işlere girişilmiştir...an itibariyle öykücüğün bittiği hissedilmiş, müzik molası verilmiş, "yeter laaa ben de insanım benim de canım varr" denilmiş, öğle yemeği yenilmediği hatırlanmıştır...

şimdi çıkıyorum şu dört duvardan, ilk önce şu minik mideme bir bayram ettireyim, sonra da ineyim kaleiçine, açayım kitabımı, ısmarlayayım kendime buz gibi misler gibi bir efes...aman yarabbi..tutmayın beni..heyttttt (:

daha ne duruyorum ki burada, ulen günlük sen yok musun sen!!!! bağımlılık yaptın ha (:

hadi hadi ben cufcufluyorum...

26 Eylül 2009 Cumartesi

efendim anlamadım?

neymiş efendim, düzey belirleyecekmişim..pehhh!
ben kimim ki?
boş işler bunlar öykü hanım boş işler...
alsan 450d'ni, adımlasan güzel şehrin antalya'nın dar sokaklarında, doğursan güneşi bu sabah olduğu gibi, batırsan bir de arkasından...

ufffff, şu dört duvarda sıkışmışlığımla, kokuşmuşluğumla, kanatlarımı çırpıp silkinmek istiyorum..

yeter yahuuu..
hadi ben dönmeliyim tekrar, malum dünyayı kurtarmak zahmetli iş..

bu arada pazar günleri çalışmalarım tekrar başlamış durumda..vatana da millete de hayırlı olmasın kardeşim istemiyorum...
gün gelecek pazar gezeceğim günler gelecek...sadece 10 ay sonra (:
bak ne kadar umut doluyum....
hahah kendini kandırmadan geçmez arkadaş geçmez...

amannn başladım yine uzatmaya, yavaştan uçuyorum, malum huyum kuruyamadı gitti..
tamam tamam bak gerçekten gittim (:

24 Eylül 2009 Perşembe

bazen

...
adımlarım benden habersiz yol almaktaydı, bıraktım...
yokuşu indi, hafif esen rüzgara doğru savurdu ruhunu, bıraktı...
titreyen beden, açılamayan göz kapakları, bırak...
bazen de "boşuna" demek gerek be arkadaş....
boşuna!

(:

lalalaaaaaaaa

23 Eylül 2009 Çarşamba

geçmiş mi dedin...



geçmişte nefes almadan yapılır mı arkadaş?
9 yıl oldu mu bee!!! (aslında 26 yıl!)
vayy anam vayy...
şu Eylül ayında, şu Eylül'ü dillendirmeseydik ayıp olacaktı..
buyrun efem, kulak pası itinayla silinir...
buyrun buyrun (:

sen&ben


içtiğim suda sen varsın,

doğum


nefesim kesilmişti, gözlerim ışığından etkilenmişti, kapattım-açtım...
gitmedin...
bir daha kapattım-açtım...
yoktun...
gün gelecek mi?
hep yanımda uyanacağın sabahlar...
doğumum o zaman olacak..
ay ışığında aylanacağız.

...........................................
photo: mavi kuş

...

dipdiri sabaha uyanan öykü...
ikizini bulan pencere önü çiçeği...

19 Eylül 2009 Cumartesi

kızarmış mavi kuş (:

normalde çalışmam gereken şu günde, yüce iznim verilmiş ve özgür bırakılmışımdır heyooo (:

sabaha kadar oturup, deli gibi kitap okuyan öykü, sabah 04:00'te ağır başını yastığa koymuş ve sabah 07:00 de hafif göz kapaklarını güne açmıştır..

"ımmm bütün yaz boyunca güneş yukarıdayken şu sonsuz maviliğe bırakmadım kendimi, haydi haydi..." demiş ve 6 saat boyunca kendini kaybedercesine denizde süzülmüştür. bir tavuk kıvamında kızarmış ve lanet okumuştur (:

güzel yuvasına konmuş, 1 saat kestirmiş, tavuk kızarıklarıyla boğuşmuştur...

şimdi kitaba devam edecektir de sana bir "merhaba" demek istemiştir...

kuş uçmaya hazırdır, kanatlarını zor tutmaktadır..
aa gidiyor, gittii....

iyi ki varsın!

rüzgar nereye götürecekti habersizdim...
tepemde bir gök; mavi mi mavi...dalgaların yırtıcı azmi beni sarsmaya devam ediyordu. martılar ki sokak çocuklarıydı zaten denizin...

şu suret amaçsızdı, kaybolmaya yakın tadıyordu tuzu. kusuyordu. tadıyordu. kusuyordu.

kendi girdabında seni de döndürmeliydi, beynin bulanmalıydı, koyuvermeliydin....
dönmedin, koyuvermedin, oysa tek yapman gereken yol almaktı! bu kadar zor olmamalıydı..

sonra anladım, bana farklı bir yol sunmuştun, ben kanmıştım, kandırılmıştım...gerçekten amaçsızlığıma kanıttım!!!

iyi ki varsın!

18 Eylül 2009 Cuma

sadece umut



uzanan el'e karşılık, gözlerinin ışıltısı...
geldiğinde her şey çok güzel olacak, biliyorum...


o güzel günleri, o güneşli günleri göreceğiz sabırla bekleyerek...

unuttuğun bir şeyi hatırlatmak sadece amacım; güneş zaten içimizde dışımızda, sadece senin tebessümüne bakıyoruz...


haydi umudum, bekliyoruz!!!

........................................................
photo: mavi kuş
antalya

17 Eylül 2009 Perşembe

öyle

akan hızına yetişemiyordum,
köprüdeydim; alttan su akmıyordu, demir yığınları gözden kayboluyordu...
köprünün tam ortasında, kendime bir yer edindim, tırmandım korkuluklarına, oturdum, ayaklarımı salladım korkuluklardan aşağıya...
demir yığınları akıyordu bedenimin altından;
gecenin sessizliğini delercesine, kimseye hesap vermeden...

yer çekimini bekledim durdum öylece, yoktu!

saçmalık bu!

uzun zaman olmuş sesimi sana duyurmayalı..
öyle yoğunluğun içine sıkışmış hissediyorum ki; sanırım şu küçük nefese ihtiyacım vardı...

450d'ciğimle acayip bir saadetimiz oluştu, aman bozulmasın (: birbirimizin sınırlarını biliyoruz, karışmıyoruz özelimize; ama inadına parmaklarımız birbirimizin hayatında baskı uyguluyor...(:

anneciğim daha iyi; ama hala yürüyeceğimiz günün hayaliyle her gece gözlerimizi kapatıp her sabah umutla açıyoruz...

bazen saçmalamak gerekir ya hani; hıh işte ben tam o noktadayım..
gittim...

15 Eylül 2009 Salı

(:

"işte bu!" demek istiyorum ve diyorum..
işte bu!

hayat; gerçekten ama gerçekten, sesinizi duyuyor.

teşekkür ederim, çok teşekkür ederim (:

.

umutluyum; her şeye rağmen...

12 Eylül 2009 Cumartesi

geleneğimize devam edelim...

iki önemli isimden bahsetmek gerek, ayıp olacak çünkü...

ilk şahıs; sevgili Şükrü Sunay Akın...yeşilliğin göbeğinden gözlerini dünyaya açmış, yaşamayı seven, aldığı nefesin hakkını vermek için can atan baba insan...doğum günün nice olsun. ne kadar 12 Eylüllerin anlamını silmiş olsanız da hayatınızdan, gözlerinizi açmış olmanızdır esas olan....inanıyorum bir gün, evet bir gün; haykırdığın sesin yerine ulaşacak, müzecilik gün gelecek, olması gereken yerde olacak...

Sunay Bey'in ardından, büyük yazar Stanislaw Lem'i anmadan geçemeyeceğim. gözlerini kapatmadığına inandığım usta yazarlardan kendisi. eserleriyle nefes almaya devam eden, devam edecek olan yüce şahıslardan...1921 yılının şu gününde aydınlığa açıldı gözlerin hiç kapanmamak üzere...
"yıldızlardan dönüş" ile tanıştım seninle, Solaris ile devam ettim. hatta öyle ki geçen gün sevgili arkadaşım Cihan ile kulağını bile çınlattık.

"....sonsuz boşlukların ebedi feneri, hiç şaşmayan bir şekilde bize yön gösteriyordu. yolculuğumuzun sonuna kadar, bu yıldız bir milim bile yer değiştirmedi. aynı kayıtsızlıkla parlamaya devam etti....." dedin; senin de ışığın daim olsun; çünkü hepimizin buna ihtiyacı var.

...

ofisin yoğunluğu an itibariyle bitmiş, tükenmiş durumda...
beyin yorgun, gözler yorgun, öykü hepten kaybolmaya yakın!
aman aman durdum, kaybolmak yok. şu yoğun cumartesimizi de devirmiş, arkasından el sallamış bulunuyoruz.

şimdi bunun huzuruyla; sıcak çikolatamı hazırladım, odamdaki pencereye geçip, süzülen yağmurun sesine kulak vereceğim. düşüneceğim; aydınlık günlerimi, inancımı düşüneceğim.
kulağımda Anouar Brahem üstadın yüreğinden dökülen Astrakan Cafe ile, kim bilir belki de senin camına konacağım...kim bilir?

ofisten gidesim yok, nasıl olsa yarın da buradayım, biliyorsun, dünyayı kurtarıyorum...

okumanız okutmanız dileğiyle

aşağıdaki linke tıklayıp, biraz zaman ayırıp, okumanız dileğiyle....

dokunun bakalım!

lütfen ses'e kulak verelim...


''Sevgili Dostlar,

Kötümserliğe kapılmaca yok. Hayat bir mücadeledir. Bu sel felaketini de bu mücadelenin bir parçası olarak değerlendirip eski günlerimize dönmek için canla basla, askla şevkle çalışacağız. Eskisinden daha da güzel bir vakıf yapacağız.
Yarın çok daha kötü bir sel felaketi bekleniyormuş. Nasıl mümkünse! Elimizden geldiğince hazırlanıyoruz. Küçük çocuklarımızı anneleriyle birlikte İstanbul'daki evlerimize yolladık. Vakıf'ta sadece eli iş tutan gençler kaldı.

Görmeden anlaşılmaz ama felaketin boyutlarını anlatmaya çalışayım. Şu anda çamurdan bir vakfımız var desem abartmış olmam. Bodrum kat bastan aşağı, giriş katı bir buçuk metre kadar su altında kaldı. Bahçedeki su düne kadar boyu aşıyordu. Simdi suyu gitti diz boyu balçığı kaldı. Çizmeyi bırakmadan ayağınızı balçıktan kurtarmanız zor. Selin sürükledikleri meyve ağaçlarının arasına takılmış, ağaçları eğmiş,kocaman bir bariyer oluşturmuş. O yemyeşil bahçeden geriye eser kalmadı. Çoluk çocuk hep birlikte o kadar da çok emek vermiştik ki…
Hayvanlarımıza yem için ektiğimiz onlarca donum tarla bataklığa dondu. Seralarımız kimbilir nerelerdeler.

Komsu haradaki onlarca at boğuldu. Muhteşem atlardı. Hep birlikte koşmaya başladıklarında zemini zangır zangır titretirlerdi. Çocuklarımız, o atları küçücük boylarıyla çitin üstünden uzanarak, bahçeden kopardıkları tutam tutam çimlerle beslerlerdi. Minicik ellerle atların koca koca dişlerini yanyana görmenin keyfine doyum olmazdı
... Baskalarina para kaynağı olan o atlar bizim neşe kaynağımızdı. Gitti gider canim atlar.

Tiyatro salonumuz tanınmaz halde. Şu anda içine bile girilemiyor. Mutfağımız kullanılmaz durumda, içine zor giriliyor. Çamaşır makinaları, bulaşık makinaları, kurutma makinası, buzdolapları, fırınlar, soğutma depoları, kalorifer kazanı... Medeniyet namına ne varsa yok oldu. Et stoğumuz perişan. Kokuşmadan gömmek gerekiyor. Ama nereye? Her yer balçık.

Su, elektrik, telefon, internet kesik elbet. "Dereboyu"ndaki evime uzun süre ulaşamadık. Aziz Nesin'in en önemli notları oradaydı. Sel, ağaç kütüğünden karavana kadar, ne bulmuşsa önüne katmış tüm şiddetiyle akıyordu. Neyse ki ev yıkılmadı ve notlara bir şey olmadı. Mucize diyesim geliyor. Kullanılmaz hale gelen koltuk, kanape, yatak yorgandan ya da tamamen suya gömülen elbise depolarımızdan söz etmiyorum bile.


Bitirmek üzere olduğumuz "Sanatçı Evi" perişan. Yeni bastan yapacağız. Kitap depolarındaki on binlerce liralık Aziz Nesin kitabi mahvoldu. Aziz Nesin'in yıllarca biriktirdiği gazete koleksiyonunun büyük bir kısmını ciltletmiştik. Büyük ölçüde parasızlıktan ama bir miktar da ihmalkarlıktan ciltletemediğimiz binlerce gazete hamur oldu.

1976'nin Politika gazetelerini gördüm. İçim acıdı. Mezunlar dahil bütün büyük çocuklarımız Vakf'a geldiler. El birliğiyle Vakf'ı temizlemeye çalışıyorlar. Felaketin boyutunu anlamak için görmek, yaşamak lazım.

İki tesellimiz var:
1) Hiçbirimize bir şey olmadı.
2) Aziz Nesin'in bütün arşivi kurtarıldı. Çocuklarımızın ilk aklına bu notlar gelmiş. 3000 dolayında dosya... İnanilmaz bir surat ve imrenilecek bir işbirliğiyle çocuklar bütün dosyaları su basmadan kütüphaneden ikinci kata çıkarmışlar. Sabahın köründe uykularından fırlayıp...


Çocuklarımızın kimisi haylaz kimisi yaramaz kimisi söz dinlemez olabilir, ama hiç görmedikleri Aziz Dede'lerinin notlarının ilk kurtarılacak eşya olduğunu biliyorlar... Eğitim işte böyle bir şey olmalı. Her şeye karşın iyimserliğimizi elden bırakmayacağız ama. Sürekli ileriye bakmaya and içtik. Mücadeleye devam!

Sevgili Dostlar, Nesin Vakfı'nın ana binasını depreme karşı güçlendirmek gerekiyordu. Bu sel felaketiyle birlikte binanın zemini daha da zayıflamıştır. Binayı güçlendirmenin maliyeti 350-400 bin lira arasında.

Sel felaketi dolayısıyla zararımızın da (insan gücünü saymazsak) en az 500 bin TL dolayında olduğunu sanıyorum. Bizim boyumuzu fersah fersah asan meblağlar bunlar. En zor zamanlarımızda hep yanımızda olan sizlerden bütçenize göre bir katkı bekliyoruz.

Çok teşekkürler. Sizlere ve geleceğe inancımız sonsuz. Hepimizden sevgiler, saygılar.''

Ali Nesin


...............................................................................

maddi gücünüz varsa ve bir şey yapmak istiyorsanız buradan gerekli bilgilere ulaşabilirsiniz.

11 Eylül 2009 Cuma

öylece bakmak zorunda oluş

insanların çığlığında; sessizliğimin derinliğinde boğuluyorum.

aslında ne kadar da umut dolu bir aydınlığım vardı! o kemanın naif teması, sancılı hüznü, bedenime dokunduğunda, nefes aldığımı bir kez daha hissettiğimde........"işte bu!" demiştim.

oysa şimdi kemanımın dokunuşu, bedenimde derin yaralar açmış, yeni fark ettim. kanıyorum, oluk oluk akarken koyu kırmızılığım, rengini de değiştiriyor özünün!

dökülen tanelerin, çığlığa dönüşebileceği olağandır; ama bu kadar içten haykırışlarına şahit olabileceğim hiç aklıma gelmemişti. öyle sessiz sedasız geldiniz ki!

ne demeliyim yani şimdi? hep içinde umudun ışığını taşıyan ben; yine de elden bırakmayacağım! tüm karanlıklar çıkacak aydınlığa. yeter ki, hep beraber adım atmaya istekli, yürekli olalım. ve hep beraber; HEP ADIM ATALIM...

.........................
son 3 gündür alamıyorum elime kalemimi. ama dedim ki; "sen almazsan, ben almazsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?"
giden, geri gelmiyor malesef; ama sonrası için umudumuz daim olsun!

hayatımda anlatılamaz yeri olan "yağmur"un, nefeslerimiz üzerindeki işgaline uzaktan bakmak zorunda oluşum canımı sıkıyor! ben evimde güvenli hissediyorum kendimi! ama ya içimdeki sıkıntı? güvende olmayan nefesleri düşündükçe utanışlarımın hesabını nasıl vereyim?

8 Eylül 2009 Salı

...



Anabel'i dinlerken arka fondaki dalgalar; beni, hep sana getiriyor!

geri gelmek istemiyorum. sırf bu yüzden kulaklığımdan kulağıma, Anabel'in 1:39-2:18 arasını akıtıyorum. hep ama...

...


kendimi iyi hissetmiyorum. hasta değilim; ama.....

hissettir kendini


sıcaktan mı bunaldın?
al sana yağmur....

ne kadar da özlemişim seni, ne kadar da sabırla beklemişim, yüzünü gösterdiğin için, tenime dokunduğun için, temizlediğin için tüm kötülüklerden.... minnetarım sana; yağmur..


şimdi ofisten çıkma, biraz yağmur altında adımlama zamanıdır...

7 Eylül 2009 Pazartesi

siz benim için varsınız (:

(:
yahu süper geçer de günler bu kadar da olmaz ki canım...
abicim derken, bugün de canım arkadaşım meo'cum kondu yuvaya...çok özlemişim kuzucuk sarmam seni..
süper bir akşamdı, eyvallah...

ama anneciğim korkuttu bugün bizi, umarım en yakın zamanda eskisi gibi ayaklarımızın üstüne basacağız anneciğim, meraklanma...seni çok seviyorum...

6 Eylül 2009 Pazar

evde bir bayram havası (:

İstanbul'dan abim gelmiş, evde bir bayram havası annem babam bizi çookkkk severmiş (:
evet efenim, doğru okudunuz; en nihayetinde beklenen adam ulaştı Antalya'daki yuvasına...tabi ablam da geldi onu da unutmayalım (yengem yani)

aman yarabbi, bir şenlik bir şenlik sormayın gitsin...annem ve babamın da keyfine diyecek yoktu hani (:

ama ben yine yalnızlığımla baş başa kaldım ): eve dönmek zorunda olmak, yarın işe gidecek olmak ve sevgili ailemle beraber olamayacak olmak sınırlarımı zorlamakta...ama yapacak bir şey yok.. 1 günlük özgürlük bile yetti...

ne demişler, azla yetinmeyi bilmek gerek. bu cümle de 2 gündür beynimde, dudaklarımda sinir olmaya başlıyorum...nedeni de bizde kalsın!

evet şimdi gidiyorum, paylaşım da gerçekleşti, biraz dolaşıp gelirim...
gittim (:

5 Eylül 2009 Cumartesi

...

güneş zaten doğuyor ve batıyor; beni dinlemiyor ki...
ben bırakmış durumdayım!
çözemediğim tek şey: neden bütün sokaklarım sana doğru?

4 Eylül 2009 Cuma

...

tutamıyorum içimdeki hüznümü; tutamıyorum tanecikli yaşlarımı; uzattığım ellerim kayboluyor varlığının altındaki yokluğunun denizinde...


3 Eylül 2009 Perşembe

...

gecenin sessizliğinde.......................
orada yerinde misin? duruyor, duyuyor musun?

huysuzum bugün

bu nasıl bir ağrıdır yahu ):
ne çektiysem diş ağrısından çektim, kendimi bildim bileli...ve anladım ki; ömrüm bu ağrılarla geçecek ):

2 gündür ağrıyan dişime en sonunda bugün yenildim, çürük vardır dolguyla kurtuluruz diyordum..
evet, doğru bilmiştim çürük vardı; ama ağzımda kalan tek 20'lik dişimde olmasın mı çürük..eee napcaz; çekelim kurtulalım...ehh iyi madem..

çekildi efendim; maşallahı vardı yani, ama şu anda yaşattığı acı anlatılamaz...
yemek de yiyemedim; çok acıktım ):
ufff bugün huysuzum anlayacağınız...

bir de nedendir bilinmez; sanırım, çok özledim, nerdesin ki acep?
manzara!!!!

1 Eylül 2009 Salı

...



huzurla dolu bir akşam...


her zaman olduğu gibi müzikle dolu bir akşam...

ay ışığıyla dolu bir akşam...

kulağımdan size doğru akmış bulunmakta...


Eylül'ün geçmişte getirdikleri tüm güzellikleri filemizde tutup, olumsuzluklara yol vermiş bulunmaktayız efenim...geleceğin aydınlık günleri, bu Eylül'le yanımızdan ayrılmasın hiç...
umuyorum ki, açık olacak tüm güzelliklerin kapıları bizlere..hepimize...tüm sevdiklerimize...ve bizi sevenlere....

Prag için sonsuz teşekkürler Meo'cum...

şu an tüm yazacaklarım sana dairdir canım arkadaşım...

öyle yoğunluğun içine sıkışmış bir öykü vardı ki bugün sorma gitsin...yeni dönem başladı ve biliyorsun halimi...öğleden sonra, bir çay molası vermiş, müziğe kendimi kaptırmış gidiyordum ki; bir zarf tutuşturuldu elime...baktım İtalya'dan...
"meoooooo" dedim hemen, anladım canım arkadaşım..
büyük bir heyecanla açtım zarfı; ama bir o kadar da dikkatli oldum zarar vermemek için (:

içindeki değeri paha biçilemez yaprağı çıkarttım; döküldü yaşlar gözlerden mutluluktan dolayı....

Kafka'nın ve Nazım'ın nefesini bana yolladığın için sonsuz teşekkürler..

Prag'tan, Kafka'dan, Nazım'dan, Viyana'dan, Freud'tan, Mozart'tan, Venedik'ten ve daha nicelerinden aldım selamını...

eyvallah dostum, eyvallah....


...Mevsim bahara yakın.
Hava lodos.
Nasıl şiddetli
nasıl sıcak esiyor...
N.H.R.