31 Ağustos 2009 Pazartesi

ahududu ve öykücük

ahududu'nun üstüne tanımam abicim...
hazır seni de gönderdik ucu bucağı olmayan yolculuğuna; ahududulu dondurmamızı aldık bir elimize (hem de koca bir kutu),bir elimize de kaşığımızı...
gecenin bu vaktinde götürelim mideye..
antalya sıcağında pek bir güzel oluyor yahu..
ohh miss, afiyetlen efenim (:

?

bir tane geçti...işte bir tane daha...üç oldu...dört, beş, altı...
yolculuk var hep; bir yerden bir yere... "durmak yok yola devam" diyor herkes...
peki birisi bana açıklayabilir mi?
nereye gidiyorsunuz?

ya da genellemeyeceğim, sadece sana soruyorum! nereye gidiyorsun? neden gidiyorsun? neden gittin?

sıyrılabildin mi tüm gerçekliğinden yaşamının?
çözebildin mi saklı düşüncelerini?
kendine bile açıklamaya çekindiğin saklı korkularınla yüzleşebildin mi?
"hayır" mı? peki öyleyse, yol almaya devam et.

neden gitmiyorsun?

hu huuuuu

bir nefes almaya geldim, hemen kaybolacağım...
yoğunluk devam; ama bu nefese de ihtiyacım var canım...

neyse özlemişim seni günlük; elmalı turtadan sonra kaybolmuşum ortadan (: ayıp etmişim yahu...
bir ara da kıymalı börek yapalım beraber ne dersin? elmaları soydum, rendeledim, kavurdum; bu sefer de soğanları öldürürüz...canilikse dibine kadar (:

neyse ya uzattım yine, üstüme yoktur, huyumdur kurusun (:
gittim; ama geleceğim, bilmem belki de gelemeyebilirim; ama gelmek için elimden gelen her şeyi yapacağım....uffff tamam ya sustum; tıp (:

29 Ağustos 2009 Cumartesi

kendime dair verilen söz yerine getirildi (:

çıktım efenim ofisten, ayaklarımı pazara doğru sürdüm, tüm pazarı dolaştıktan, renklerin içinde kaybolduktan sonra, gözüme kestirdiğim elmaların önünde frene bastım...
aldım efenim elmalarımı, ceviz ve fındıkları da attım fileye, doğru evin yoluna gazladım bu sefer şu yüce ayaklarla...
mideme bayramını ettirdikten sonra, işe giriştim...

1 paket margarini erittim, soğumaya bıraktım..(hamur yoğuracağız ya.)
elmaları soydum, tüm mahremiyetleri ellerimin arasındaydı artık, kurtuluş yok (: geniş bir tavada, mahremiyetleri kaybolan ve rendelenen elmaları, yarım su bardağı şekerle kavurdum...ulen ne cani hatunmuşum ben be...soyuyorum, rendeliyorum, kavuruyorum...ayy fenalık geldi, nasıl yaptığımı anlatmasam mı ki yahu(: içim gitti şimdi yazarken hehe(:
neyse efenim, kavrulan elmalar da soğusun diye sessiz sedasız bir köşede beklediler beni...

eriyen ve dinlenen margarini, 2 yumurta; 1,5 su bardağı toz şeker; kabartma tozu ve alabildiği kadar un ile yoğurdum...o meşhur kulak memesi kıvamından da hiç haz etmem ama yapacak bir şey yok..işte tam da o kulağın memesinin kıvamına gelene kadar bütünleştirdim onları...
sonra o bütünleşen hamuru ikiye böldüm; yarısını hafif yağladığım borcama yerleştirdim yarısını da buzluğa koydum..(acele etme anlatacağım neden olduğunu.)

bu arada köşede sessiz sedasız beni bekleyen ve soğuyan elmalarımızın içine; fındık, ceviz ve tarçın ekledim, muhteşem oldular...borcamdaki hamurumuzla elmalarımızın buluşma vakti gelmişti artık...ve buzluktaki kalan hamurumuzu da elma harcımızın üzerine rendeledim..yaaaa bekle demiştim sana değil mi? benim turtam bir başka oluyor yahu (:
evet, her şey hazır, şimdi de meşhur 180 derecede ısıtılmış fırın olayına geldi...önceden ısıtılmış gönlünden ne koparsa o kadar derecedeki ısıya gönder borcamı, üzerindeki renk değişmeye başlayınca ve mutfağı enfes kokular sarmaya başlayınca çıkart o alevlerin içinden turtanı..

sonra da dilimle ve afiyetle ye arkadaş..onu da mı ben söyleyeyim artık.. aaaa alışma bu kadar rahata(:

hadi gittim ben. sen şimdi bekliyorsundur, nasıl oldu acep bu hatunun turtası diye..al bakalım (:




28 Ağustos 2009 Cuma

pazara gidelim elma alalım (:

nedendir bilinmez canım çok sıkıldı bugün?
durağan günlerin sonuna yaklaştım, nefessiz kalacağım günler yakın sanırım ondan. iş çıkarttım durdum tüm gün ama bana mısın demedi!
aa buldum (:
bugün hazır pazar var; şöyle güzel elmalardan alıp, evime gideyim de, tam da ağzıma layık elmalı turta yapayım (: [ımm yousendit ile de gönderebilme şansım var(: ]
evet evet yapayım...
gittim (:

27 Ağustos 2009 Perşembe

Çıkmaz Sokaklar

uzaktan bakmakla yetindi önünden akıp giden karanlığa...
aslında tam da içindeydi o karanlığın; ama çıktığının farkında olmadan, sadece uzaktan bakmakla yetindi..
ne dostluklar kurmuştu oysa ki o siyahlığın içinde, ne mavilikli düşlere dalıp gitmişti inadına o karanlıkta.
belki de şimdi durduğu yer; uzun zamandır hasretini çektiği noktalar bütününden oluşan uzun, ince, sadece onun için ayrılmış bir yol toplamıdır?

adımını attığı yolu görmekle, nereye gideceğini bilememek arasında gider gelir çelişkili düşünceleri... istemez zaten yolun sonundaki ışığın aydınlığını..bilir, nasıl olsa o aydınlık onu bulacaktır; ya da o aydınlığı bulacaktır...
ama şu anda içinden geçmekte olduğu karanlık, müthiş bir haz vermektedir bünyesine...

aslında uzaktan bakmıyordur akıp giden karanlığa, hala o karanlığın kolları arasındadır! hep yanıltır hikayesini, oyun oynamayı çok sever, çocuklar gibi....çocuklar gibidir, oyunun bitmesi gerektiğinin farkında değildir. bitmesi gerekir oyunun, bitmelidir, bitirilmelidir, ya kendisi tarafından ya da başkası, başkaları tarafından...
çocuk kalmamalıdır; ama inadına çocuk kalmalıdır...


bu çelişkiler altında tahmin edilemez bir yük hisseder ve geri dönüşsüz kayboluşu başlar böylelikle!


çıkmaz sokakların loş cadde ışıkları altında, kaybolmuş benliğiyle, düşe kalka yol almak koyuyor be adama!

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Beklemek bir ömür hayatı

karşılıksız yapılıyormuş her şey...yalan! koskoca bir yalan!

belki bir güler yüze, belki küçük bir ilgiye, belki ufak bir teşekküre...
bir tebessüme, bir dokunmaya, içten bir sarılmaya bakıyor belki de yapılan her şey...


istiyoruz, bekliyoruz; ne kadar söylesek de zıddını bunu delicesine istiyoruz...koyuveremiyoruz!

arkadaş diyoruz, kardeş, eş-dost diyoruz...bekliyoruz... (yalan mı?)
kandırmayın kendinizi, kadırmayayım kendimi.

bekleme! ama ömrün beklemekle geçiyor!

BEKLEME BİR ÖMÜR HAYATI...

25 Ağustos 2009 Salı

25 Ağustos 1900


kendi üzerinde düşünür mü insan? düşünmeli...

akılcılığı bırak; yalnızsın, yapayalnızsın şu dünyada!


bir at'a sarıldın, baktın olmadı, ağladın...suç işlediğini sandılar; tuttular, tutukladılar seni, tuttuklarını sandılar...oysa tek yaptığın, o at'ı korumaktı...


ismin kutsal olsun, tüm kuşaklar için!
işte şimdi dediğin gibi: "insan tüm yaşamı durmadan döndürülen bir kum saatidir." ebedi dönüşüne hoşgeldin!

haydi, Apollon ve Dionysos ile 'dans edelim!'

22 Ağustos 1942

Korkmadan öldük ey halkım
Unutma bizi...
Bir gün mezarlarımızda, güller açacak ey halkım
Unutma bizi...
Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım
Unutma bizi...
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
şimdi, hep birlikteyiz ey halkım
Unutma bizi,
Unutma bizi,
Unutma bizi....

.................................................................................

UNUTMADIK SENİ...
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN

24 Ağustos 2009 Pazartesi

450d'li öykücük (:

geldim efenim geldim... 3 günlük İstanbul seyahatim hem umduğum gibi hem de umduğumdan daha da mükemmel geçti... çok ayrıntı vermekle vermemek arasında giden öykü, içinden ne geliyorsa onu akıtacak şu sanal kağıda.

adım attığım andan itibaren, o güzel şehrin nefesini içime çekmek, beni biraz olsun sıkıntılarımdan arındırdı. şimdi sesinizi duyar gibiyim; "ne güzel şehri yahu" diyorsunuz. ama efenim ben bir nefes alıp kaçıp tekrar Antalyama sığınıyorum, e haliyle İstanbul benim için nefes almak adına ideal bir mekan olup çıkıveriyor (: neyse cuma günü semalara iniş yaptım, cumartesiyi beklemekle geçmeyecek dedim ve düştüm yollara...plansız programsız gezmeyi de işte bu yönden çok seviyorum, hiç aklımızın ucunu geçtim, aklımızın sınırlarına dahi gelemeyecek olan bir an yaşandı ki aman aman sormayın gitsin. hoş nasıl soracaksınız ki zaten(: ama söyleyebileceğim tek şey; çok teşekkür ederim arkadaş! adımlamak o sokakları; kaybolmak manzara karşısında; nefes aldığımızı hissetmek; "arkadaş"lığın ne demek olduğunu farklı bir açıdan yakalamak...ne söyleyebilirim ki? iyi ki varız...

neyse duygusal mod bir kenarda duruversin, asıl konuya geçelim...oldu mu cumartesi? tüm gece uyku tutmadı(: ay sanki ilk buluşma heyecanı yaşanıyordu bünyemde...o nasıl bir his yahu(: utkucum bu sana canım benim: hayatın cilvelerinde kaybolduğum zindandan çıkmamda çok büyük bir katkın ve emeğin olduğu için sana minnettarım. çok teşekkür ederim, sen de iyi ki varsın! (meo'm seni unutur muyum hiç? utku'yla tanışmama vesile olduğun için, aramızda bir köprü kurduğun için sana da teşekkürü bir borç bilirim heheh.sen de çabuk gel yaa özledim...)


neyse o büyük an muhteşemdi! makinem karşımda, ellerimin arasında nefes almak için can atarken, ben de nefesimi kaybetmemek için büyük bir savaş verirken, geldi kondu eşsiz yuvasına. ve ve ve 450d işte bu! sonrası iyilik güzellik (: utku'yla resmen ayaklarımıza işkence edercesine adımladık, karelere odaklandık, derin bilgiler edindik falan ve de filan...artık bundan sonra gelsin kareler gitsin kareler...(ya ben bir de 450d blogu oluşturayım. burada körelmesinler değil mi? paylaşım güzel şey nasıl olsa...evet evet ben bir ara bunun için bir yapım aşamasına geçmeliyim.)
her şey süper giderken bir de üstüne tahmin bile edemeyeceğim bir şey oldu. abicim(: yoğun iş temposundan dolayı İstanbul'da bulunamayacak olan canım abim, bana sürpriz yapmasın mı? evet sürpriz yaptı ve onunla da zaman geçirme şansına eriştim...yahu daha ne söylemeliyim ki? her şey o kadar güzel akıyordu ki; bir ara:
"ulen ne zaman bozulacak bu büyü, hadi hadi bekliyorum" diye iç bile geçirdim(: ama bozulmadı...bozulur gibi oldu, ama toparladık (:

pazar günü de kendimi kaybedercesine yordum bünyeyi. ve ayrılık vakti geldi çattı...'her güzel şeyin bir sonu vardır.' cümlesini kurmayacağım merak etmeyiniz, çünkü buna inanmıyorum. yaşadığımız her şeyin bir anlamı olduğunun çok farkındayım. Antalyama beni ulaştıracak pilotlara kendimi teslim ettim ve kondum yuvama.
şimdi o kadar huzurluyum ki, bu huzurla çay demledim ve yudumlamak için sabırsızlanıyorum. şimdi gidiyorum ama mutlaka geleceğimdir(:

aaaa neyi unuttum diyordum Badem Ezmemi(: pazar günü aldım efenim ezmelerimi, bir kısmını İstanbul'da indirdim mideye, bir kısmını da yanıma aldım(: eee hakkını vermek gerek ama değil mi? şimdi ezmelerimin fotoğrafını paylaşmayacağım sizinle, arkadaşımın fotoğrafını paylaşacağım, söz verdiğim gibi...işte 450d karşınızda (:



eve dönüş...

Güzel şehrim Antalya karşıladı beni sağolsun...
şimdilik gidiyorum, ofisten bağlanıyorum ve bağlantıyı kesmek zorundayım...
şu işleri halledeyim de akşam görüşürüz arkadaş...
gitme bir yere ama, bekle beni...
arkadaşımla da tanıştıracağım seni (:
mutlu öykücük...

20 Ağustos 2009 Perşembe

(: 1

yattık kalktık; oldu Perşembe(:

19 Ağustos 2009 Çarşamba

(: 2

yattık kalktık; oldu Çarşamba...

18 Ağustos 2009 Salı

(: 3

yattık kalktık; oldu Salı (:

17 Ağustos 2009 Pazartesi

geri sayım başladı efenim (:

sonunda uzun zamandır hasretini çektiğim arkadaşa sahip olacağım, değişiklik şart efenim değişiklik şart...
Dream konserini kaçırdığım zaman çok üzülmüştüm hem dinleyemeyeceğim için, hem İstanbul'un kokusunu ciğerlerime yükleyemeyeceğim için hem de badem ezmesi yiyemeyeceğim için (:
neyse ki badem ezmemi yedim Cihancım sayesinde...
ama şimdi hem kokuyu içime çekeceğim hem badem ezmemden yiyebileceğim hem de sevgili arkadaşıma sahip olacağım...yeahhhh(:
geri sayım başladı, ay çok heyecanlıyım...bugün bitti diyoruz efenim, kaldı mı geriye 3 gün...
yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz ve ve ve İstanbul (:
cuma günü adımlayacağım sokaklarında, az da olsa beni çekeceksin vallahi kusura bakma..ne var ki şunun şurasında 3 gün(:
Antalya'ya dönünce arkadaşımı tanıştıracağım sizinle, bekleyiniz...daha ben de tanımıyorum kendisini ama takipteydim (:
ipin ucunu vermek gerekirse 450d (:
hadi gittim ben...

16 Ağustos 2009 Pazar

"O"



Geçmiş zamandı...Hatırlamıyorum bilmem kaç zaman önceydi?
Davetsiz bir misafir çaldı kapımı. Açtım; tanımıyordum 'o'nu; ama içimde tarif edilemez bir istek vardı 'o'nu tanımaya dair...
İçeriye aldım misafirimi! Büyük salonuma geçtik. 'O' oturdu ikili koltuğun sağına; ben oturdum tekli koltuğumun tam ortasına! Baktık bir süre anlamsız, biçimsiz, sessiz, sedasız yorgun yüzlerimize...
Suskunluğu 'o' bozdu:
"geldim." dedi.
"kimsin?" dedim.
"uğramam gereken kişiydin, sana uğramak zorunda olan kişiydim." dedi.

....
(anlamıyordum, zorunluluklar her yerde karşıma çıkmak için neden bu kadar savaş veriyorlardı? )
....
Benim yorgun ve biçimsiz yüzüme; 'o' da bir çizik atmaya gelmişti. Sonra anladım.......
Bir şekilde 'o'nunla yaşamaya alıştım; ama 'o'ndan kurtulmak için, 'o'ndan saklı yollar arıyordum. Yükünü kaldıramayacağımı zamanla bana, acı acı öğretmişti...
Gün geldi, yol buldum. Yola girdim 'o'nunla, yoldan çıktım 'o'nsuz...Artık 'o' yoktu. İçimde tarif edilemez bir duygu vardı, içinde hüznü de sevinci de barındıran...

7 ay geçmiş 'o'ndan kurtulalı şimdi aklıma geldi. Aynada gördüm kendimi o zaman fark ettim. Demek ki ben 7 aydır şu sureti göremiyormuşum!!!

'O'nu özledim mi? bilmiyorum,
O yola girmemeli miydim? bilmiyorum,
'O' kapımı çalınca açmamalı mıydım? bilemiyorum,
Ya da neden benim kapımı çaldı ki?

.........................................................................................

(geçirdiğim ameliyata dair kırıntılardı günlük. biliyorsun o zor günlerimi, evet geçti artık ama düşünüyorum da, hiç geçmeyecek ki.....
God is an Astronaut'un "all is violent, all is bright" adlı parçasını dinlerken, damlalar döküldü gözlerden, kelimeler koşturdu saman rengi yaprağa...işte buradalar...
ardında bıraktığın izi, yükü kaldırmak zorunda oluşum canımı sıkıyor...)

15 Ağustos 2009 Cumartesi

mutlu öykücük (:

annem geldi, babam geldi, kardeşim geldi....yuppiiii(:
bir abim kaldı ):
hadi abicim sıra sende, gel de güldür şu yüzümüzü...
kısa sürecek olsa da mutluluğum, şimdilik 4 kişiyiz, ve ne yaptım tabiii; ÇAY (:
demledim efenim, çayımı, tezgaha da 4 fincan çıkarttım...içlerine şekerlerini koydum, kaşıklarını da verdim, çayla da bütünleştirdim sundum mutlu aileme ve kendime...yuppii...
bir abicik eksik kaldı..ama haydi bekliyoruz seni.
ve bizimkileri bilmem ama; ben seni çok özledim canım bitaneceğim, çok özledimmmm....
1 hafta kaldı diyorum; sabreden öykücük muradına erermiş...sen gelmiyorsun madem ben atlayıp geleceğim yanına, demedi deme bak (:
öpüyorum hasretle...

12 Ağustos 2009 Çarşamba

CAN YÜCEL


benim hayatımın akışıyla habire oynayan yüce adam anısına...

Sevgi Duvarı
Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi

Dilimizde akşamdan kalma bir küfür

Salonlar piyasalar sanat sevicileri

Derdim gülüm insan arasına çıkarmaktı seni

Yakanda bir amonyak çiçeği

Yalnızlığım benim sidikli kontesim

Ne kadar rezil olursak o kadar iyi

Kumkapı meyhanelerine dadandık

Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi

Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar

Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi

Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri

Çöpçülerin elleriyle okşardım seni

Yalnızlığım benim süpürge saçlım

Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

Baktım gökte bir kırmızı bir uçak

Bol çelik bol yıldız bol insan

Bir gece Sevgi Duvarını aştık

Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki

Başucumda bi sen varsın bi de evren

Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi

Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

11 Ağustos 2009 Salı

(:

Belli belirsiz devam ediyor...

şu anda yüzüme anlamını bilemediğim -ama tahmin ettiğim- bir tebessüm oturdu kalkmıyor, kalkmasın canım hoş gelmiş...
bu nasıl bir şey yahu...
bu sabah yazdığın gibi;

Nerde kalmıştık (:

10 Ağustos 2009 Pazartesi

kaybolmak, kaybolmamak



şu anda birileri bir yerden sevdiğine kavuşmak için kilometreler katediyor; kimileri yarinden ayrılmış, ayrılığın kaldırılamaz -ama kaldırılması zorunlu olan- yüküyle kilometreler üzerinde geri dönüyor yuvasına; kimileri çok sevdiği birisinin hastalığının haberini almış ve ona ulaşmak için -belki de onu son bir kere daha görebilmenin bencil umuduyla- kilometreler üzerinde koşuyor...

yani demem o ki günlük;

bu koşuşturmacaların içinde kaybolmamak elde değil;

ama kaybolmamak esas olan...


...artık çabuk gel İstanbul...

9 Ağustos 2009 Pazar

yorgun ama huzurlu Adam'a


denizler aşmak, ay ışığını tatmak, dağları arşınlamak, ovaları delmek içinden çıkmak istememek, yeşilliğin eşsiz güzelliğinde kaybolmak, mavinin yamacından süzülmek, adım adım ulaşmak için can atmak, uyku modunu kapalı tutmaya çalışmak, göz kapaklarıyla savaşmak, ıslanmak (:
ve güzel aileye ulaşmak...
...mutlu son...

tüm karanlıklar elbet bir gün çıkacak aydınlığa, senin o aydınlığa ulaştığın gibi...

...

gün geçmiyor ki huzursuzluk tavan yapmasın!
anlam veremediğim bir şey bu... gülerken, kahkaha atarken, hatta kahkaha atarken gözlerimden yaşlar dökülürken bir huzursuzluk hakim bünyede...neden ki?

koşuşturmalarımı bıraktım, an'ı yaşayıp akıtıyorum öykümü...

sana söylüyorum, "bırak dünyayı kurtarmayı" diyorum...hatta bir tek sana da söylemiyorum, önüme gelen herkese....
ama ya kendimle konuşmalarım?
bu kadar çok diyalog bünyeyi yıpratıyor. sanırım son 4 ayda yaşadıklarım, yaşadıklarımı sandıklarım, kandırıldıklarım, hüzünlerim AMA SADECE hüzünlerim sebep buna...en ufak bir sevinç bile yok 4 ay öncesine dair. ne acı!

4 aydır konuşmayı bıraktım. iç huzurun nerede olduğunu arıyorum uzun zamandır...bu aralar cevabı buldum sanırım?
ne olursa olsun yola devam edeceğim, susarak konuşmalarımı sürdürdüğüm yoluma! bunu yaptığım zaman rahatlıyorum artık! sanırım iç huzur burada...



6 Ağustos 2009 Perşembe

6 Ağustos 1945

1945

sene 45 mevsim yazdı
gökyüzünde lanet vardı
uyumuştu tüm çocuklar
güneş bile utanmıştı

çok uzakta bir ülkede
yıllar yıllar önce
kuşatılmıştı insanlar, karanlığın nefesiyle
susmuştu bütün şarkılar, bu utanç yağmuruyla
solmuştu bütün çiçekler kan kırmızı topraklarda

sene 45 mevsim yazdı
gökyüzünde lanet vardı
uyumuştu tüm çocuklar
güneş bile utanmıştı

Almora
.................................................................................


Kız Çocuğu

Kapıları çalan benim, kapıları birer birer,
Gözünüze görünemem, göze görünmez ölüler.

Hiroşima'da öleli oluyor bir on yıl kadar,
Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu,
Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için, hiçbir şey istediğim yok,
Şeker bile yiyemez ki, kaat gibi yanan çocuklar.

Çalıyorum kapınızı, teyze, amca bir imza ver,
Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.

NAZIM HİKMET RAN

.................................................................................

büyükbabam, babam, ben,
küçük oğlan, kız, damat...
gelişimiz teker tekerdi,
gidişimiz cümbür cemaat...


MELİH CEVDET ANDAY

................................................................................

UNUTMA, UNUTTURMA!

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Godot'yu Beklerken


uzun zaman önce okumuş olduğum eseri, tekrar raftan çıkartıp aldım elime...arkadaşlığımız hala devam ediyor...
......................
ESTRAGON – Çok güzel bir yer. ( Geri döner, rampa kadar yürür, seyircilere doğru bakar. ) Güleç görünümler. ( Vladimir’ e döner. ) Haydi gidelim artık.
VLADİMİR – Gidemeyiz .
ESTRAGON – Niye ?
VLADİMİR – Godot'yu bekliyoruz.
.......................

bu eseri özetlemeye çalışmak Samuel Beckett'e ihanet etmek demektir. eserle ilgili çok yorumlar yapılmış, çeşitli etiketlemeler dahi olmuştur.
Godot'un Tanrı olduğunu düşünenler; eserdeki ağacın "çarmıh" bütün oyunun da Hristiyanlık üzerine kurulu olduğuna inananlar; vicdanın, kaygının hakim sürdüğünü söyleyenler....
ama bir aktör (kim olduğunu bilmiyorum) şöyle bir yorum yapmış belki de en ilginç olanı bu: 'Oyun, çocuklar için çok kolay. Yetişkinler içinse çok zor.'
aktörün torunu şöyle özetlemiş olayı: "İki adam, bir adamı bekliyor. Adam gelmiyor." (: sanırım bazen çok da düşünmemek gerekiyor değil mi?

neyse efenim, benim asıl söylemek istediğim şey; yıllar sonra Godot'yu elime almak çok güzel bir duygu...
ve arada sırada yaptığım, "geçmişte bugün" olaylar zincirine Godot'yu Beklerken eklenecek. 1949 yılında insanlığa Beckett tarafından armağan edilen bu şahane eser, 1953 yılında ilk defa Paris'te Fransızca olarak sahnelenmiş, 3 Ağustos 1955 tarihinde de ingilizce olarak ilk kez Londra'da sahnelenmiştir.

hala elinize almadıysanız, daha fazla gecikmeyin derim...
sevgiler, saygılarrr...

kuzucuk sarmam



canım arkadaşım, uzun bir süre ayrı kalacağız bu diyarda;
ama hayatın sana hep güzellikleri sunmasını temenni ediyorum.
oralarda çoookk dikkat et kendine ve güzelce eğlen..hayatın tadını çıkart be oğlum (:
ve ve ve bana mavi bir şey getirmeyi sakın unutma [zaten Şirince şaraplarımı unutmuşsun, neyse içene de afiyet bal şeker olsun(: ] mesela Fransa'dan mavi bir taş getirebilirsin...(:
seni şimdiden çok özledim,
çabuk gelllllll ):