rengarenk seçeneğin içinden, o da 'mavi' olanını istedi.
annesi, çocuğun kararsızlığı karşısında büyük bir sabır gösteriyordu. çocuk da, sabrı zorlamak istermişcesine, bir değil iki değil üç adet çubuk şeker istiyordu.
kırmızı da olsun, mavi de olsun, yeşil de olsun cümlecikleri çocuğun o küçük dünyasında büyük bir kararsızlık yumağına dönüşüyordu.
en sonunda, mavi kaplı çubuk şekeri seçip, annesinin elinden sabırsızca almayı bekledi.
şuursuzca izlediğim bu iki kişinin sohbeti, içinde bulunduğum siyahlığın tonunu koyulaştırmaya yetmişti.
keşke, o çocuğun çubuk şekeri seçimi kadar zor olsaydı her şey...
keşke o kadar olsaydı.......
ne olurdu, sonucunda mutlaka bir çubuk şekerim olurdu, ha mavi ha kırmızı ha yeşil. ama çubuk şekerim olurdu.
ve ilk defa sanal günlüğüm, sana mide bulandırıcı bir biçimde iç döküyorum.
her işi, anında yapmak zorunda değilim. eyvallah, alında enayi yazıyor olabilir de, bu kadar değil ama, bu kadar olmamalı..
bu ne şimdi?
karışık her şey...çok karışık...bunu yazmamış kabul etmek, hatta hiç göndermemek isterdim; ama delicesine seni sanal aleme yollayasım var. yollayayım ki, dönüp okursam birgün seni, ne kadar ezildiğini gör insanlar tarafından.
hafif esintinin yardım ettiği perdeler, evimi renklendiriyor,
açık olan pencereden, vücudumu aşağıya sarkıtıyorum,
bu aşağılık duruşuyla, şekil değiştiren evren, selamlıyor beni, selamlıyorum evreni...
hafif baş dönmesiyle kendime gelmeye çalışıyorum, radyodaki sese kulak veriyorum.
"hayır" demeyi hep istemekle, hiç "hayır" diyememek arasında çeviriyorum hikayeyi...
geçirilen bir çocukluk açlığı ile radyonun içine giriyorum.
şimdi tüm tınılar ellerimin arasındayken, kemanımın telleri titremeye başlıyor.
O'nun da dediği gibi; dökülüyor nâmeler!
boşluğa yuvarlanıp, boşlukta sallanıp, boşlukta yürüyüp, boşlukta koşup, şekilsiz biçimde, özünde dökülüyor nâmeler...
bugün izlediğim bir filmin karesinde "fazlaca belirsizlik ve detay var!" diyordu Jeanne. bu tümce geçiyor beynimin içinden, beynimi eze eze!
bu belirsizliklerin içinde, olmak zorunda kaldığım detayın içinde, adeta nefes alamadığımı düşünüp acıyorum kendime.
sonra tekrar kemana sığınıyorum ve parmaklarım koparcasına, telleriyle sevişiyorum.
yok yok, bu böyle olmayacak...
işte hep söylediğim gibi, bu benim suçum değil!
o belirsizliklerin ve o fazlaca olan detayların içinde, ben de karışıyorum.
konudan konuya atlamalarım, saçmalamalarım, yuvarlanmalarım, sonra durup nefes almak istemelerim hep bu yüzden...
tutturamıyorum sevgili, tutunmak istemeyiş de yardım ediyor bu herc ü merc'e...
sonra birden, o hafif olan esinti de terk ediyor perdelerimi, evimi...
karşımda hırçın dalgalarıyla deniz, adeta önümde eğiliyor.
işte yine o radyodaki melodi, kaçıncı defa dönüyor hatırlamıyorum...
denizin önümde eğilişi, radyonun arsız tekrarı, kemanla olan sevişme açlığı, hafif esintinin terk'i...
akıtıyor işte, tuzu akıtıyor...
geri çekiliyor deniz, radyo tükeniyor, hafif esintinin gidişi kanıksanıyor, sevişmekten yorgun düşülüyor...
kemençe de susuyor, kanun da küsüyor, keman da alıp başını gidiyor...
ne mi kalıyor?
eksik bir öykü sadece...
ya da sadece bir öykü...
bir öykü...
karanlık kapkaranlık bir odada bilinçsizdim.atıldım annemin eşsiz gücüyle güneşin aynasına.bilmezdim büyümenin o odadan daha karanlık olduğunu...güneş yüreğime dokunsa da...
"...Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Çe" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya."