1 Şubat 2010 Pazartesi

eksik kalan hikaye


hafif esintinin yardım ettiği perdeler, evimi renklendiriyor,
açık olan pencereden, vücudumu aşağıya sarkıtıyorum,
bu aşağılık duruşuyla, şekil değiştiren evren, selamlıyor beni, selamlıyorum evreni...
hafif baş dönmesiyle kendime gelmeye çalışıyorum, radyodaki sese kulak veriyorum.
"hayır" demeyi hep istemekle, hiç "hayır" diyememek arasında çeviriyorum hikayeyi...
geçirilen bir çocukluk açlığı ile radyonun içine giriyorum.
şimdi tüm tınılar ellerimin arasındayken, kemanımın telleri titremeye başlıyor.
O'nun da dediği gibi; dökülüyor nâmeler!
boşluğa yuvarlanıp, boşlukta sallanıp, boşlukta yürüyüp, boşlukta koşup, şekilsiz biçimde, özünde dökülüyor nâmeler...
bugün izlediğim bir filmin karesinde "fazlaca belirsizlik ve detay var!" diyordu Jeanne. bu tümce geçiyor beynimin içinden, beynimi eze eze!
bu belirsizliklerin içinde, olmak zorunda kaldığım detayın içinde, adeta nefes alamadığımı düşünüp acıyorum kendime.
sonra tekrar kemana sığınıyorum ve parmaklarım koparcasına, telleriyle sevişiyorum.
yok yok, bu böyle olmayacak...
işte hep söylediğim gibi, bu benim suçum değil!
o belirsizliklerin ve o fazlaca olan detayların içinde, ben de karışıyorum.
konudan konuya atlamalarım, saçmalamalarım, yuvarlanmalarım, sonra durup nefes almak istemelerim hep bu yüzden...
tutturamıyorum sevgili, tutunmak istemeyiş de yardım ediyor bu herc ü merc'e...
sonra birden, o hafif olan esinti de terk ediyor perdelerimi, evimi...
karşımda hırçın dalgalarıyla deniz, adeta önümde eğiliyor.
işte yine o radyodaki melodi, kaçıncı defa dönüyor hatırlamıyorum...
denizin önümde eğilişi, radyonun arsız tekrarı, kemanla olan sevişme açlığı, hafif esintinin terk'i...
akıtıyor işte, tuzu akıtıyor...
geri çekiliyor deniz, radyo tükeniyor, hafif esintinin gidişi kanıksanıyor, sevişmekten yorgun düşülüyor...
kemençe de susuyor, kanun da küsüyor, keman da alıp başını gidiyor...
ne mi kalıyor?
eksik bir öykü sadece...
ya da sadece bir öykü...
bir öykü...